27 Aralık 2015 Pazar

MATEMATİK VE SİYASET



Şu matematik ilginç bir bilim dalı.

Benim çocuklar hiç sevmediler , bende sevdiğimi söyleyemem..

Okul hayatında matematik deyince türevler ,karekökler , polinomlar , paraboller integraller akla geliyor.

Nasıl yapmışız ? Nasıl okulu bitirmişiz ? Kendime hep soruyorum.

Herhalde matematik bilimini içselleştirmemişiz, sadece ezberleyerek sınıfı geçmişiz.
Şimdilerde matematik derslerinden sadece 4 işlem kaldı.

Benim için matematik çok basitleşti. Hele hele emekli olduktan sonra daha da basitleşti.
Örneğin aylık gelirimiz 3 TL , gider 5 TL . Ne yapar (- 2)..
.
Havuz problemi gibi , giderek havuzda su kalmayacak anlıyorum ki kötü birşey yapıyoruz.
Anlayamadığım yaşımla ilgili olanı. Kafa kağıdında tevellüd 1958 olarak yazıyor . Sene 2015 demek ki yaş 57 .Birkaç gün sonra yıl 2016, yaş 58 olacak . Ömürden yiyoruz ters bakiye olması gerekiyor ancak pozitif gözüküyor.

Neyse yaşa fazla takılmayalım kendime biraz torpil yapıp, hayat tecrübesi arttı diyerek haneye + 1 yazarak  kapatalım , çünkü yazdıkça çuvallamaya devam ediyorum.

Gerçekte matematik çok önemli bir dal . Hayatta yaptığınız fiziksel bir çok hareketi , açılımları fonksiyon olarak ifade edebilmek mümkün. Yürümeniz, hareket etmeniz, yemeniz,içmeniz  vs...

Matematiği çok iyi bilen , fiziksel her durumu matematikle ifade etmeye çalışan , ülkenin  en iyi okullarında okumuş, Dünya’yı görmüş akıllı çok sayıda insanımız var.

Herşey iyi güzel de bu tip insanlar kendini ifade etmekte , hayat pratiklerini yönetebilmekte zorluklar yaşıyorlar.

Fizik , matematik ,geometri iyi bilip  psikoloji , sosyoloji , el işi konularında sınıfta kalanlar olabiliyor..

Sonunda teorik hayatı ile iş hayatı birbirini karşılamıyor diye işlerinden , güçlerinden olabiliyorlar..

Biz gerçeklere dönersek  müzikte nasıl  notalar sese dönüşüyorsa , matematiğin fonksiyonlarının çeşitli alanlara dönüşmesi gerekiyor ki verdiği katma değer anlaşılsın.

Örneğin siyaset ve matematik...

Geçenlerde metroya gitmek için asansöre bineyim dedim.
Önde  çocuk arabalı bir çift bekliyor , arka tarafta bacılarımız...
Kapı açıldı, henüz asansör tam olarak boşalmadan bacılarımız  , inecek olanları  ve kuyruktakileri  hiçe sayarak yarma harekatında bulundular.

Sinirlendim ....

Onlarla hak , hukuk ,adalet , görgü  söylemi geliştirecek halim yok...
Yavaş ol bacı ...Hepimiz aynı yere gideceğiz !!! deyince , duraksadı...
Herhalde tipimi veya söylemimi beğenmedi.. Sanırım ben seninle aynı yere gitmem  diyerek geride kaldı ve asansöre binmedi...

Şaka bir yana yapanı ister belediye deyin , ister  AKP deyin , ister hükümet deyin isterseniz devlet deyin bir çok yere hayatımızı kolaylaştırmak için  metro yapıldı.

Güzel işler bunlar diyerek mevcut iktidarın hanesine kocaman bir ( + ) koyuyorum efem...

Dostlar gelin görün ki bu metro denilen kanalı iş saatlerinde kullanmak çok mümkün değil. Tam bir konserve modeli. Allah’tan kapı kapanmadan araç hareket etmiyor. Yoksa kollar bacaklar dışarda kalacak..

Birkaç yıl önce anlı şanlı açılışlara sahne olan metromuz günde 1,5 milyon kişiye hizmet veriyor ancak kapasite artışı nedeniyle yetmeme gibi bir durum var. Belki ki yeni hatlar da işi çözmeyecek...

Kara trafiği zaten tam bir felaket. Ne yaparsan yap, yetmiyor...
Deniz ulaşımı nedense yaygınlaşmıyor...
Kara raylı sistem ortadan kalktı....
Yeni yapılacak tüp geçit ve köprü bir miktar rahatlık sağlayacaktır ancak zamanla bu yapılacaklar  bile yetersiz kalacaktır.

Neden ? Nedeni belli ;

1994 yılında teröre karşı başlatılan köy boşaltma operasyonu. Ortada kalıp büyük şehirlere göç etmeye zorlanan halk ve bu çaresiz insanları oy deposu olarak gören , stratejilerini bu insanlara göre yapan siyasi anlayışlar...

Bugün gene aynı durum söz konusu.. Operasyonlar nedeniyle Cizre’den , Silopi’den , Yüksekova’dan göçe zorlanan insanlar.. Üzerine birde 2,5 milyon Suriye’liyi ekleyin..
Sonuç olarak köyden kente göçün önünü açan siyasi anlayışlar.

Bu nedenle göçü çözemeyen mevcut siyaset anlayışının önüne kocaman
( - ) koyuyorum efem.....

Matematik olarak (+) ve  (-) yi birbiri ile çarparsak ne olur ?

Sonuç kocaman (-) dır.

Ülkeyi 13 senedir yöneten iktidarın  karnesi bu konularda  matematik olarak eksidir.

Birde matematik bilmiyorum diye kendime haksızlık yapmışım....

Kendi kendimden , kendim olarak özür dilerim efem ... 

Nasıl Türkçe ama ????

20 Aralık 2015 Pazar

GEÇTİ HAYAL İÇİNDE BUNCA YIL



Zamanının en büyük ses sanatçılarından birisidir Safiye Ayla...

Hamiyet’ler , Sabite Tur ’lar, Müzeyyen’ler... Ve diğerleri...

Yaşı biraz geçkin olanlar hatırlar , Harbiye semtinde  dönemin en güzel örneklerinden As sineması vardı. Safiye Ayla’yı orada gördüm. Parlak gümüş renkte biraz abartılı lame çizme ve pardesü üzerindeydi. Sanırım yetmişli yaşların sonunda olmalıydı..

Yanına yaklaştım ve kibarca resim istedim. Huyum değil resim vermiyorum güzelim dedi...
O zaman imza verin dedim . Onu da vermedi . Ortada kalmıştım... Olsun dedim , o bir yıldız. O kadar kaprisi olacak..

Youtube güzel bir uygulama. Bir müziksever Safiye Ayla’nın misafir olduğu konseri yüklemiş..
Sahneye çağırdılar. Yaşı seksenlerin üzerindeydi. Artık ayakta zor duruyordu. Mustafa Yolaşan’ın koluna yaslanarak  Osman Nihat Akın'ın müthiş Nihavent eserini okumaya başladı..

Geçti hayal içinde bunca yıl bir gün gibi..
En eski hatıralar daha henüz dün gibi..
Neden gönül bu içli hayata küskün gibi..

En eski hatıralar daha henüz dün gibi..

İlerlemiş yaş ona belli ki zorluk getiriyordu. Bazı sözleri unuttuğunda sunucu sufle veriyordu..
Seyirciler ağlamaya başladılar. O ne lezzet ,o ne tat...
Benim için lezzet , tat çok önemli..

Zaman zaman değerli arkadaşım ,  müdürüm Atilla Argat tanıştırdı beni güzel tatlarla...
Çekmeköy ‘de ismiyle müsemma gel burada balık ye diye çağırıştıran, zaman zaman  kaçamak yaptığımız güzel balık lokantası...Atilla müdürümle birlikte giderdik...

Çok zamandır gitmemiştim. Cuma günü bir arkadaşıma haydi gidelim öğlen yemeğini orada yiyelim dedim.

Lokantanın altı büyük bir süpermarket , üstünde iki katlı balıkçı...
Aracı park ettik. Balıklar vitrinden görünüyordu...
Belli ki çok taze tekirler , barbunlar, lagoslar, istavritler ,sarı kanatlar....
İştahımız kabardı.. İçeri girelim dedik ancak biraz karanlıktı. Kapıyı aradık ama kapalıydı..
Ne oluyor diye meraklı meraklı birbirimize bakarken ,bir yazı gördük.

‘’ Cuma namazı nedeniyle market ve lokanta kapalıdır.’’

Şasırdık....

Cuma namazı için dükkanı kapatan küçük esnaf görmüş , bazı Arap ülkelerinde ise dükkanlarını tümüyle kapanan uygulamalar olduğunu olduğunu duymuştuk.. Cuma namazı Müslümanlar için çok önemli ancak İstanbul’da kocaman  süpermarketin , lokantanın Cuma namazı için  kapatıldığına ilk defa şahit oluyordum..

Lokantaya gitmek isteyen ancak geri dönüş yapan bazı baş örtülü bacılarımız da oldu. Bu durum sanırım onlar içinde sürprizdi.

Aman nereye gidiyoruz falan demeyin..

Demokrasi var... Para onun , dükkan onun ister açar ister kapar... Para kazanmak derdi olmayabilir.
Demokrasi var... Benimde bu durumu  müşteriye yapılan saygısızlık olarak görme hakkım var.
Kocaman süpermarket , lokanta. İstersen nöbetçi bırakabilirsin. İstersen cumaya düzenli gitmeyen insanları çalıştırabilirsin.

Yok yok hayır Dünya’da olmaz.Benim gibi inançlı haricinde personel çalıştırmam diyorsan işte o zaman ayrımcılık yaptığın için karşında beni bulursun. İşte o zaman daha büyük ayıp yaparsın.

Hani biz dindarıyla, sosyalistiyle ,laik düşünce sahibiyle , cumhuriyetçisiyle, milliyetçisiyle, Atatürk’çüsüyle, Türk’üyle ,Kürt’üyle bir ve beraber olacaktık ?

Hakemlik yaptığım dönemlerde Özcan Oal abimiz ‘’ Pozisyona yakınım , faul oluyor. Kendimi kaptırıp ani karar verince elim sağ tarafa gitmesi gerekirken sola gider ‘’ derdi. Bende aynısını yaşamışımdır. Nedense beyin farklı bir refleks geliştirir , el sağa gideceğine sola gider. Haksız bir durum olur ve bunu değiştiremezsin.

Hükümetimiz bazen haklı , bazen haksız  söylem geliştiriyor ancak halkımızın büyük bir çoğunluğu farklı bir refleks geliştiriyor ve hatalı uygulamalar oluyor.

Hükümet muhtemel Cuma günü dükkanı kapat , resmi tatildir  dememiştir ancak hükümet yandaşları benzer uygulamalar yapmaya kalkınca bir kısım  halk kendini fazlaca kaptırarak  yanlış uygulamalar yapabiliyor...

Hani boşuna söylememişler hükümet gaz çıkarırsa , cemaat shit yaparmış...

Hani şairin dediği gibi ;

Geçti hayal içinde bunca yıl.... 



6 Aralık 2015 Pazar

KANDIRILAMAYACAK KADAR KANDIRILDIM





Üsküdar Balıkçılar çarşısındaki  taze balıkları görünce balık alayım istedim.
Vaktim sınırlıydı dönünce alırım dedim kendi kendime..

Dönüşte beğendiğim yerde balık kalmamıştı,  bir başka balıkçıya gittim orada da fena değildi balık. Pazarlık yaptım . Balıkçı  tabağı daldırdı ,  alttan balığın küçüğü çıkmaya başladı.
Klasik balıkçı oyunu balığı paçal yapmış , büyükleri öne küçükleri alta koyarak bizi kandırmak istiyor.
Vazgeçtim deyince satıcı kaba  bir iki tane büyük attı anlaştık.
Balık alırken bazı konulara dikkat etmek gerekiyor..

Tazelik zaten ön şarttır buna ilave olarak sabah balığını çok tercih etmem çünkü balıkçılar bir önceki gün satılmayan balığı sabah verirler.Sen taze olduğunu zannedersin. Bu nedenle öğleden sonra balığı en iyisidir. Tabiki sürümü çok balıkçı tercih etmen gerekecektir. Örneğin Kadıköy Çarşı'daki Marmara Balıkçı'sı...

Uyanık balıkçı altlara küçügünü , üstlere büyüğünü koyarak paçal yapmaya çalışır seni kandırdığını zanneder. Böylelikle müşteriyi kaybeder. 

Benim favorim İçerenköy Metro'dur istediğin büyüklükteki balığı elinle seçersin... Gönlünce....

Aslında balığın büyüğü kadar küçügü de makbuldür....
İstavrit yerine küçük kıraça...
Barbun yerine küçük tekir..
Marmara hamsiyi yerine daha küçük olan Karadeniz hamsisi...

Malesef çoğu balıkçı küçüğü ve büyüğü ayrı ayrı ve farklı fiyattan satacağına kısa süreli kar peşinden koşarak ,güveni kaybetme riskini almayı  tercih etmektedir...
Kültürümüz ,yapımız kötüyü gizleyip dışarı farklı görüntü vermeyi tercih eden insanlarla dolu....

Çocuğunu gösterip dilencilik yapanlar....
Bir taraftan kızı satan diğer taraftan  iyi babalık , namusluluk taslayan babalar ....
Karısını dövüp ,evden atan ama düzgün görünümlü kocalar. ...
Aslında cehaletin tam göbeğine oturmuş ama dışardan gazel okuyan hacı , hocalar...
Despotluk yaparak iyi yönetici ,patronluk görüntüsü vermeye çalışanlar..
Camiye gidip ama aklında her türlü fırıldak dönen zavallılar...

Artık yeter siz sadece kendinizi kandırın !!!!
Ben artık kandırılamayacak kadar kandırıldım..

29 Kasım 2015 Pazar

ÇİRKİNİ SEVMEK



Geçmiş yıllarda bir arkadaşımla yemek yiyorduk.

Lokantada yok yok .. İster balık ,ister et ....

Arkadaşım genç , yakışıklı , sporcu ,akıllı, etkileyici , şimdilerde çok kimsenin tanıdığı üst yönetici..

Ben önüme gelen kebabı büyük bir iştahla mideye götürürken o ismarladığı susi ve bir kadeh beyaz şarapla yemeğini tamamladı...

O hala fit , yakışıklı ben ise o yediğim kebabların , etlerin , balıkların günahını ödüyorum. Şisko ve sağlıksız..

Vucudumuza neden işkence yapıyoruz ? Sağlığimızı neden bu kadar risk altına alıyoruz ? Çikinleşmek için neden özel bir gayret gösteriyoruz ?

Herhalde çirkini ve çirkinlikleri seviyoruz...

Boşuna mı Yılmaz Güney'i çirkin kral diye sevdik....

Bugünlerde nerede ne kadar çirkinlik var onları yaratanları seviyoruz...
Ne kadar kanunsuzluk , hukuksuzluk ,huzursuzluk var onları yaratanları seviyoruz..

Mazohistlik bu herhalde...

Kendi celladına aşık olmak bu herhalde...



22 Kasım 2015 Pazar

KEBAP VE MODA





Yemek konusunda inanmadığım iki insan var;
Birincisi oğlum Emrecan.Nereye götürdüyse fos çıktı. İkincisi Vedat Milor . Neresini tavsiye ettiyse tıs çıktı.
Oğlum bugün Kocaeli'nin şirin ve derin bir ilçesinde kebabçıya gidelim diye ısrar etti. Nereden duydun yavrum diye sordum. Vedat Milor tavsiye etmiş , bir iki kere gitmiş beğenmiş illaki birlikte yiyelim deyince kıramadım , gidelim dedim.
İsmi lazım değil Urfa'lı bir kebabçı. Hani hiç Urfa'da yemesek , hani hiç Urfa'lı bilmesek tamam diyeceğim.
Beğenmedim...
Zaten batı kültürü üzerinden gurmelik yapan , Türkiye yemek kültürünü ancak Burgazada'dan takip eden Vedat Milor'un benim gibi Sonradan Göurme (benim alamet -i farikam böyle , yanlış yazmış demeyin) tarafından takdir edilmesi mümkün değil.
Neyse sonunda oğlum da beğenmedim dedi. Acaba buraya halk nasıl 9 puan vermiş diye sordu...
Neticede o puanı kimin verdiği , profil ve beklentiler çok önemli ...
Hani derler ya el yumruğu yemeyen kendi yumruğunu balyoz zannedermiş. Burada yemek yiyenlerin beklentisi bu kadar onun için 9 puan....
Benim gibi Sonradan Göurme için 2 bilemedin 3 puan olan kalite buradaki vatandaştan 9 puan alabilir diye konuştum...
Kebabı beğenmedik ancak bu şirin ve derin ilçede modayı yakından takip edildiğini gördük.
Acaba burası Türkiye'mi ? Modayı ne kadar dikkatli takip ediyorlar diye kendi kendime sordum ...
Kadın elbiseleri ; özellikle çeşit çeşit ayak başparmaktan başlayıp , saçının teline kadar olan sadece gözleri açık , simsiyah elbise modelleri çok yaygın olarak kullanılmış...
Özellikle bu modayı yaratan modacıları tebrik etmek gerekir...
Benim tebriğim yetmez birde bu kadar kumaş harcandığı için kumaş imalatcılarının da tebrik etmesi gerekir. Herhalde mini etek moda olsaydı bu kadar kumaş imal edilmezdi...
Kebap ve kumaş birbirine uzak anlamları olsa da aslında yakın olmasının hikayesini yazmaya çalıştık...
Umarım anlayan anlamıştır...
Artık bi zahmet anlayanlar ,anlamayanlara anlatır....

www.okanyasan.blogspot.com


15 Kasım 2015 Pazar

MÜHÜR KİMDEYSE SÜLEYMAN ODUR

Gençler pek bilmez ama bizim gibi bir ayağı çukurda olanlar çok iyi bilir ; 
Eve hırsız girip altınlar çalındıysa , malını bulmak için iki yere başvuru yapardın .
Birincisi bir tanıdık bulur , çalınma neredeyse o bölgenin babasına gidilir, ricacı olunur ve malın geri gelsin istenirdi. Gerçekten bir süre sonra altınlar geri gelirdi. Bu hizmetin karşılığında malın yarısı babaya verilirdi. 
Aslında hırsızların o babanın adamı olduğu bilinir ama pek ses çıkartılmazdı. Baba parayı aklar ,malı çaldıran malı geri alır ,mutlu mesut yaşanırdı .
Alan memnun , satan memnun...
İkinci yöntem ise karakola gitmekti...
Kapıdan içeri girip selam verdiğinizde görevli sobasının borusu olmadığından veya devletin kömür parası vermediğinden bahseder ve sen mesajı alarak başvuru yapmadan önce nakti olarak ihtiyacı giderirdin. 
Görevli arkadaşlar birsüre sonra kaptırdığınız malı geri getirir sizde mükafat olarak mal bedelinin belli kısmını görevli arkadaşlara verirdiniz. 
Aslında hırsızların o görevli arkadaşların adamı olduğu bilinir pek ses çıkardılmazdı. Görevli arkadaşlar ihtiyaçlarını karşılar , malı çaldıran malı geri alır ,mutlu mesut yaşanırdı. 
Alan memnun ,satan memnun..
Her güç kendi bölgesinde hükümranlığını sürdürür, onlardan habersiz yaprak kıpırdamazdı..
Yahu amma atıyorsun , bunlar Kemal Sunal filmlerinde anlatılıyordu diyen genç bakışları görür gibi oluyorum..
Hani bana inanmadınız , bari gidin Dadaloğlu'na sorun..
Bugün Dünya'da yaşananlar , El Kaide ,İŞİD gibi terör örgütlerini kendi amaçları için kurup yaşatanlar belli . Bu güçlere yardım ve yataklık yapanlar belli..Malı kaptıranlar belli...
Şimdilerde çıkıp timsah gözü dökenler de belli .Hepimiz gerçeği biliyoruz ancak sesimizi çıkartmıyoruz.
Herhalde alan memnun ,satan memnun...
Kemal Sunal filmlerini çok izlemiş , ayağı çukurda olan bir abiniz olarak söylüyorum ki bu söylenenlere inanmayın , bu oyunlara gelmeyin. Sonuçta ;
Mühür kimdeyse ,Süleyman odur....

www.okanyasan.blogspot.com
www.okanyasan.com


7 Kasım 2015 Cumartesi

ÇOK AMA ÇOK KORKUYORUM




Seneeeee...... geçen sene...
Yok yok Cem Yılmaz'ın komikliğine benzemesin. Sene 1980....
Hem mühendis okulunda hemde konservatuarda okuyordum...
Uygulama gereği yaz stajımı Haliç Tersanesi'nde yapıyordum..
Terörün en hareketli olduğu zamanlar...
Kimse çalışmıyor..Kimse kimseye iş yaptıramıyor. İşçiler işin gırgırında. Devamlı çay demlemeler. Dedikodu , gırgır almış yürümüş..
Tesisler stajerlere kalmış torna , freze , kalıp , endezane. Ne istersen yap.
İster çalış ister gemi güvertesinde çay iç, ister stajer kızlara takıl...
Öyle tulum falan yok.
Üstümde salaş bir gömlek , altımda rahmetli babamın haki yeşili üzerimden düşen bol  pantalon ve onu tutmaya çalışan eski kemer. Çalışma elbisemiz bu. Birde çok sevdiğim sakalım.....
Bu arada devlet korosu için sınav açılıyor... Katılmamız lazım..
Sıkılarak dökümhane şefinden izin istiyorum. Vermiyor..
Çok önemli diyerek israr ediyorum. Neden diye soruyor.
Koro sınavına gireceğim. Kazanırsam devlet memuru olacağım. Para kazanacağım..
Madem müzisyensin O zaman tamam , bende kıyafetine, sakalına ,tipine bakarak seni dinci zannetmiştim dedi.
Evet hiç bir zaman dış görüşe bakarak yorum yapmamak gerek. İçinden nelerin çıkacağı belli olmaz.

Hiçbirşey göründüğü gibi değil...

Bugünlerde metroya ,trene, otobüse, asansöre binerken çok korkuyorum.
Etrafta bol miktarda çarşaflı , yüzünden başka tarafı gözükmeyen kadın var..
Dikkatle izleyin güvenlik görevlileri genelde erkek ve bu çarşaflı kadınları arayamıyorlar... Kadınlar direkt metroya gidiyor..
Sağa sola bakan güvenlik görevlisi nasıl farketsin.... Yüzlerce çarşaflı..
Vagona biniyorsun...
Bir anda boommmmm.
Hani avam ağzıyla kendini intihar ediyor..
Önce renk kırmızıya, sonra ıssız karanlığa dönüşüyor....
Sonra dünyan değişiyor , hayattan meçhule...
Her çarşaflı mubarek , dünya iyisi, dini bütün müslüman değil ki...
İçinden İŞİD' cisi , teröristi , dünya ile hesaplaşmak isteyen psikopatı, hatta filmlerdeki gibi bıyıklı erkek çıkabilir...

Hiçbirşey göründüğü gibi değil ....

Çok ama çok korkuyorum....

Halbuki bize şeffaflık ,karanlıktan aydınlığa gidiş vadedilmişti....
Şimdilerde kimim kimi gördüğü belli değil...
Bu durum geçici mi yoksa seçici mi ?
İşte o hiç belli değil....


31 Ekim 2015 Cumartesi

BİRAZCIK UMUT





Gençliğimin en güzel günleri . Henüz buluğ çağının başları. Hayaller ve romantizimin  ey yüksek seviyelerde olduğu yıllar. Birde romantizmi körükleyen San Remo müzik yarışması. 
Birbirinden güzel şarkılar. Sene sanıyorum 1971 -72, dünyanın en romantik şarkıcıları Milva ,Mina, Rafaella Carra , Pepino Di Capri , Peppino Gagliardi , Nicola di Bari ile tanışıyoruz.

Yerlerdeyiz..... Romantizmden sürünüyoruz.

Şarkılar ise birbirinden güzel . Daha sonraları Yavuz Özışık tarafından Türkçe'ye çevrilen '' Denizin var olduğu zaman '' Quando c'è la il mare....
Nicola Di Bari bir taraftan Zingara söylüyor , bir taraftan kapandığımız karanlık odamızda platonik ve romantik aşklarımızı yaşıyoruz.
Peppino di Capri 'nin Roberta ve Melancolie den sonra söylediği yıllarca dilimizden düşmeyen ; Büyük bir aşk ve fazlası '' Un Grande Amore e Niente Più''
Alten Alpman tarafından '' Birazcık umut '' olarak okunan orijinal ismi '' Ragazza del sud " güneyli kız..

Yerlerdeyiz..... Romantizmden sürünüyoruz.....

O kadar etkilenmişiz ki şarkıları kayıt cihazı gibi beynimize gömmüsüz.
İngiltere'de bulunduğum dönemde İtalyan restorantlarında İtalyan'ca şarkı okuyarak para kazanacak seviyelere gelmişiz...

'' Birazcık umut ''

Derken hayallerden gerçeğe dönüyoruz...
Güzelliklerin yerini çirkinlikler , gerilim alıyor...
Bugünlerde ;

Sokağa çıkamıyoruz ; kalitesizliği görmek istemiyoruz. Depresyondayız...
İşe giderken ayaklarımız geri geri gidiyor. Gerilim dizboyu. Depresyondayız....
Eve gidemiyoruz. Orada da rahatlık yok..Artık meyhaneci Yakup ,Panayot , Grapenti yok ancak paraları meyhanecilerle paylaşıyoruz... Depresyondayız...
Arabaya binemiyoruz.... Trafik ruhumuzu aldı götürdü.. Depresyondayız ......
Hayattan lezzet almıyoruz.... Depresyondayız...
Beni de , milleti de hasta yaptılar.. Milletce depresyondayız...

Meyhaneciler gibi bu işten memnun olup ellerini oğuşturanlar var ; Bizden kazandıkları paraları Hawai 'de , Miami 'de zevkle harcayan ruh doktorları....

Malesef yaşam ve yaşamdan zevk almak birbirinden ayrılmış iki ifade olarak kalmış.. Aslında birbirini seven ancak birbirinden uzaklaşanlarlar gibi ....

Rahmi beyin çok sevdiği arkadaşı Şevki bey için bestelediği beyati şarki gibi....
Gül hazin sünbül perişân bağ-ı zârın Şevki yok...

Artık güzellik yok , lezzet yok. Ne olur ;

'' Birazcık umut ''

30 Ağustos 2015 Pazar

İKİ EŞCİNSEL VE DEMOKRASİ



İstanbul'a geri dönmek için havaalanına gitmeden önce Stockholm'da öğle yemeği yemek istedim. Gittiğim restaurantın camından dışarı baktığımda benim  için hiçte alışık olmadığımız bir görüntü vardı.
Çok güzel spor olarak dizayn edilmiş takım elbise giymiş iki siyahi erkek sevgili el ele dolaşıyorlardı. Çok şık ceket ve pantalon giymişlerdi. Gönüllerince geziyorlardı hemde hiçte abartılı olmayan şekilde. 
Sonra biraz düşündüm,  bana garip geldi ne de olsa muhafazakar ortamda yetişen insanım. 
Gerçekte İsveç'te 2009 yılında kabul edilen kanunla eşcinsel evliliği yasal hale gelmiş.İnsanların başkalarına zarar vermeden istediği hayatı yaşamaları şimdilerde bu gibi ülkelerde gayet normal ve demokrasi kuralları içinde algılanıyor.

Sayın RTE da iktidara geldiklerinde benim başörtülü bacılarımın önünü kestiler derken bunun yanlış olduğunu başı kapalıların da eğitim , çalışma, yaşam hakları olduğunu benimseyerek destek verdik.
Sonra ne oldu ? Aynı demokratik haklara sahip olması gereken genç insanların evleri basmak , onları gözlem altında tutmak gibi demokratik olmayan tutum sergilendi ki tamamen demokrasi dışı uygulama oldu.Anladık ki demokrasi söylemi tamamiyle takiyeymiş. Demokrasi sadece benim ve benim gibi düşünenler için diyerek.....

Sayın RTE  da iktidara geldiklerinde ordu içersinde Genel Kurmay  Başkanı dahil bazı subayların darbe girişiminde bulunduğunu kurgu adalet mekanizması tarafından yönlendirilirken askeri vesayet dahil hiç bir vesayetin demokrasilerde olmamasına inanarak destek verdik.
 Sonra ne oldu?Aynı RTE belki askeri vesayetin belini kırdı ancak yerine en koyusundan siyasi vesayetini ortaya koydu ki buda demokrasi dışı davranışlar oldu. Anladık ki demokrasi söylemi tamamiyle takiyeymiş. Demokrasi sadece benim ve benim gibi düşünenler için diyerek.....

Şimdi de 30 Ağustos Zafer bayramı için bir kılıf bularak iptal ettiler. Milli bayramlar bir milletin ortak değeridir mutlaka kutlanmalıdır ve motivaston aracıdır. Savaşlarda bile toplum moralini güçlendirmek için geçitler, fener alayı yürüyüşler yapılır.

Anladık ki bu takkiyeci anlayış milletin ortak değerini yok sayıyorlar. Kendilerini yeni bir anlayış getirmek için gene takiye yapıyor ve milleti kandırıyorlar.

Biz böyle takiyeci , ayrılıkcı düşüncelerin sahibi olamayız , olmamaliyiz. Bu ülkeye birlikte sahip çıktık gene hep beraber olmalız...

Bu nedenle inadına hepimizin Zafer Bayramı kutlu olsun...

26 Temmuz 2015 Pazar

BİR NAYLON ÇORABA MI ?




Sovyetler Birliği’nin neredeyse Dünya’nın yarısına yayıldığı komunizm zamanlarıydı . Kelime anlamıyla Komunizm tüm mülkiyetin devlete ait olduğu ve devletin vatandaşlarına kaynakları eşit olarak paylaştırdığı yönetim şekli. Beğenelim , beğenmeyelim hala talebi olan idare şekli.

Dışa kapalı bir sistem ....

İnsanların hayatını sürdürebilmesi için sağlık, eğitim , ulaşım , barınma , gıda paylaşımı vardı. Seyahat edebilme devletin iznine tabiydi. Belli sıraya göre tatil yapabilme ancak diğer pakt ülkeleri için geçerli olabiliyordu.

Bu sınırlamayı yaşamanlarda vardı. KGB takibinde olsalar da sanatçılar , sporcular , büyükelçilik mensupları, bazı askerler ,gemiciler programlarına  bağlı olarak Dünya’yı dolaşabiliyorlardı.

Devir soğuk savaş devri. Amerika ve Sovyetler Birliği iki süper devlet.

Dedik ya kaynaklar paylaşılıyor. Bazen bir iki patates, bazen biraz daha fazlası . Kaynak fazla olmayınca kuponla verilen yiyecekler ve kuyruklar. Birde yurtdışına gidenlerin Amerika , Avrupa ülkelerinde görüp anlattıkları şehir efsaneleri...

Acaba doğru mu ?

Sovyetler Birliği’nin süper güç olduğundan bahsediliyor diğer tarafta çürük patatesi nasıl paylaşacağız kavgası , bir naylon çoraba kendini satanların hikayesi...

Bizde o dönemler çocuğuz ya da gençliğe yavaş yavaş adım atıyoruz..

Naylon çorap hikayeleri muthelif. Hani Nasrettin hocaların , Erzurum’lu Tello dayının ülkesindeyiz. Acaba doğru mu?  Ne olur ne olmaz...

Ne  !!!   bir naylon çoraba mı ? Eminmisin ?

O zaman bir bavul çorap alıp Moskova’ya gidiyorum. Tutmayın beni  abartmaları..

Bu hikayelerin ne kadarı doğru bilmiyorum ancak yurtdışına giden Sovyet vatandaşlarının anlattıkları , televizyon denen kitle iletişim araçlarının ülkeye kaçak yollardan girmesi ve uydularla modern Dünya’nın izlenmesi .

Beklentilerinin artması karşısında komunizm daha fazla dayanamadı ve seksenlerin sonunda  Gorbaçov liderliğinde glasnost ve perestroika olarak ifade edilen açıklık politikası ile komunizm yıkıldı...

O yıllarda Sarp sınır kapısından giren insanları görürdüm. Neredeyse açlıktan ölecek gibi düşkün, bakımsızdılar.

Rusya’ya gittiğimizde anlardık bu halkın ne kadar fakirlik çektiğini..

Bugün artık o fakirlik görüntüleri yok.... Çok daha iyi durumdalar...

Sovyetler  ile gelişmiş Avrupa ülkelerindeki yaşam seviyeleri referans olarak alınmış ve bu durumun sürdürülebilir olmadığına karar verilerek koskoca süper devlet sanılan Sovyetler Birliği yıkıldı gitti..

Değişimi getiren ise referanslar ve insanların beklentileri oldu.

Ülkem insanı artık eskisi gibi kapalı değil. Daha fazla para kazanıyorlar ve kazanımlarının bir bölümünü yurtdışı seyahatlara ayırıyorlar. Almanya’yı ,Fransa’yı , Hollanda’yı görüyorlar.

Diğer taraftan Digiturk’ u ve uyduları milyonlarca insan izliyor.

Güzel şeyleri anlıyorlar, imreniyorlar. Neden benim memleketimde yok diye sorguluyorlar.

Trafik kaidelerine uyum...
İnsanların birbirine saygısı...
Demokrasi ve hukuk uygulamaları...
Hırsızlığı, uğursuzluğu , yandaşlık uygulamaları olmayan sistemler....
Gerçek laikilk uygulamaları ...

Yaşam hakkına saygı neden bende yok diye soruyorlar.

Evet arabamız var ancak ülkede hukuk yok ..
Evet  arsamız var ancak eğitimimiz yok ....
Evet evimiz var ancak ülkede laik uygulamalar yok...
Evet paramız var ancak demokrasi yok diyerek birbirine şaşkın şaşkın anlamsızca bakıyorlar..

Peki referansımız nedir ?

O çok özendiğimiz Arap ülkeleri mi  , Irak’mı , Suriye’mi , Afganistan mı ? Yoksa ilimle ,san’at ile , demokrasi ile , laik anlayışı ile özdeşleşen ülkeler mi?

Hayır dostlar hayır..... Mevcut durumun sürdürülebilirliği yok.

Mutlaka yıkılacak. Er ya da geç......

Değişimi getiren iki şey olan referanslar ve beklentiler gerekeni yapar..

Aynı Sovyetler Birliği’ne yaptığı gibi .... Koskoca sistemi yıktığı gibi....

Referans ise belli.... Karar ise halkın...






ANADOLU VE DİRİLİŞ




Ford şirketine çalışmaya başladığımda ilk seyahatimi Engin İzet arkadaşımla Samsun'a yapmıştım. Kendisi  yurtdışında okumuş , hayatın içinde yaşamış , bana da  şimdinin tarifiyle  koçluk , zaman zaman hocalık yapmış  değerli bir dostum olmuştur.

Pistinin kısalığı ile ünlü havaalanı, Havza'dan aşağı inişteki uçurumlar nedeniyle o zamanlar Samsun’a gelmek için bayağı  riskli programları göze almanız gerekirdi. Sonunda tepeden Karadeniz'in o muhteşem görüntüsü Samsun'a hoşgeldiniz anlamını taşırdı. Zorlu yolculuk sizi pidenin ,etin,balığın muhteşem lezzeti ile tanıştırırdı. Bu üçlüyü her şehirde bir arada bulabilmek o kadar kolay değildi.

Kulağı çınlasın Küzey  Motorları' nın  müdürü Cevat Er abimizin meşhur Oscar'ı , yıllarca lezzetine devam eden meşhur Fevzi 'de mısır ekmeği , barbun ve kalkan yemek ,Samsun Balıkçılar Kooperatifi lokantası , sonradan devreye giren  Pamuk Kardeşler  Sonradan Gourme olarak beni  her zaman heyecanlandırmıştır.

Geçen hafta  yolumuz Samsun'a düştü. Eski arkadaşları görmek  ziyadesi ile bana mutlulk getirdi.

Samsun şehirini gezdim gerçekten değişmiş.  Sahil farklılık yaratmış.  İnsanlara özellikle kadınlara baktım , iktidarın muhafazakar yapısını destekleyen bir oy potansiyeli olmasına rağmen İstanbul'daki peçeli , sarıklı giyim yoktu. Açıklar istediği gibi giyinmişti , kapalılarda görüntü kirliliği yaratmadan inançları gereğine göre dolaşıyorlardı. Hoşuma gitti...

Yemek yiyeceğimiz lokantaya gittik. Büyük şehirlerdeki  örneklerinden farklı olmayan hoş bir yerdi. Zaten sahilde benzer şekilde bir kaç tane lokanta bulunmakta.

Kapıda bizi hoş bir kadın karşıladı . Lokantanın sahibiymiş. Biraz sohbet ettik ,içeri geçtik. Hoş bir ortamda yemeğimizi yedik.  Mevsim itibariyle mezgit , kınalı barbun dedikleri tekir  gayet nefisti. Bu arada bakımlı ,hoş bir hanım geldi . Hepimiz erkek olan guruba afiyet olsun diyerek arkadaki masada oturan arkadaşlarının yanına geçti. Bu durum İstanbul 'da dahi çok karşılaştığım bir durum değildi ve olumlu şekilde etkilendim.

Bir anda annem aklıma düştü. Aile içinde birleştirici , yapıcı  adeta çimento etkisi yapan kişiydi tıpkı birçok Türk ailesinde annelerin yaptığı gibi. Kadının rolü çok önemlidir , çoğu annenin verdiği katkı gibi..

Sonra kendi kendime dedimki  Anadolu'nun yeniden dirilişi  aynı 19 Mayıs'ta olduğu gibi Samsun'dan başlıyor.

Ben bu duyguları yaşarken gözüm televizyona ilişti , son dakika haberi veriyordu ;

Türk askeri İŞİD  ve PKK  mevzilerini bombalamaya başladı....

www.okanyasan.blogspot.com

www.okanyasan.com

17 Temmuz 2015 Cuma

HAYIRLI BAYRAMLAR




Nihayet deniz ve yürüyüş mevsimini açtım. Yedi kilometrelik orman içinde gezinti uzun zaman sonra iyi gelir diye düşündüm. İnsan tek başına kalınca yol boyunca neler düşünüyor neler....

Begonviller yeni yeni canlanıyor,  o güzel tabloda yerini almaya başlamış...

Çam kokusu bir an için Marmaris’in  günlük ağaçlarının kokusunu çağrıştırdı. Çam kokusu da güzel ancak nedense günlük kokusu bir başka doğrusu. Öyle algıladım. Sanki tezgahtarın pantalon uyduramadık bari gömlek verelim demesi gibi oldu...

Faytoncuların at barınağının yanından geçerken 6-7 kişinin hastalanan atı elbirliği ile ayağa kaldırma çabalarına şahit oldum....

Biz yandan düşündüm ;  Geçen yıl  bayrama girerken emeklilik nedeniyle zamanım bol , işim yok ,param yok, gelecekle ilgili çok umudum yoktu... Bu bayramda ise yürümek ,gezmek ,dinlenlenmek,eğlenmek için vaktim yok, iyi kötü işim var, cebimde biraz daha fazla param var. Ümidimi sorarsanız çok olmasa da heyecanım var. Şimdilerde kendime soruyorum hangisi daha iyi ? Galiba şükür ederek yola devam etmek...

Bir an annemi düşündüm . Geçen bayramda hasta olsa da , ömrünün son günlerine geldiğini bilsek de gene bir ümit gene bir bekleyiş... Bugün ise yanımda değil. Kokusu her an burnumda . Şimdilerde soruyorum hangisi daha iyi ? Galiba tevekkül ederek güzel anları hatıralarda yaşatmak ..

Bir yandan artan sanal arkadaşlıklar , diğer yandan kaybettiğimiz gerçek dostlar. Kazandiğimiza mı sevinelim , kaybettiğimize mi üzülelim bilemedim. Galiba hayat diyerek onları rahmetle anmak en iyisi..

Bu karışık duygularla Alman Koyu’na geldiğimde Cennet’i görür gibi oldum.  Çam ağaçları içinde muhteşem bir koy, pırıl pırıl deniz, Gögüs Hastanesi’nin muhteşem dekoru, hergün üzerine koyan beach..... Tek kelime ile muhteşem. Yaşadığım an’a şükür ettim.

Dönerken fayton barınağında  atın yanlızlığına şahit oldum. Faytoncular atı kaderine bırakmışlardı. Can çekişiyordu belli ki biraz sonra bu dünya ile ilişkisi kalmayacaktı....

Yardım için uzanan ellerin bir yararı olmamıştı. Belki günler önce  hastalığın erken döneminde bu eller uzansaydı , at yaşam mücadelesini verip hayatta kalacaktı. Bir an bugün içinde yaşadığımız siyaseti ve koalisyon çalışmaları aklıma geldi. Umarım eller zamanınında uzanır ve yaşam düzgün ve sağlıklı şekilde başlar. Aksi halde atın yalnızlığını bizler yaşarız...

Bana gelince günün anlamına uygun olarak çok güzel bir sözü yazımda paylaşmak istedim. Bu aralar  hit olan  çok hoş bir anlatım;

   ‘’ Ne kadar yaşlı olursanız olun bir daha olamayacağınız kadar gençsiniz ‘’

O zaman umutla  hayatı yaşamak , yaşamı paylaşmak ve bugün elimizde olan değerlere sıkı sıkı sarılmaktan başka çaremiz yok gözüküyor.

Kaybettiklerimiz var , kazandıklarımız var. Kazandıklarımızla , elimizdekilerle  mutlu olmak  galiba iyi bir yol..

Karım zaman zaman  lafı ne kadar çok dolandırıyorsun diye şikayet eder. Ne yapalım benim gibi adamın  iyi bayram  dilekleri böyle dolambaçlı oluyor. Artık ya sulanan beyinlere yada beyin sulanmasın diyerek tomurcuk açma çalışmalarına vermek gerekecek.

Birazdan mesaj ve telefon trafiği başlar. Yeni bir gün , yeni bir bayram, yeni bir an için yelkenleri açarız. Umarım rüzgar uygun olur gideceğimiz yere selametle varırız..

Sizlere sağlıklı ,mutlu ,huzur içinde geçireceğiniz bayramlar, günler,aylar,yıllar dilerim...

Hayırlı bayramlar olsun...