2 Kasım 2017 Perşembe

MİLLİ VE YERLİ OTOMOBİL


Önce tarifleri netleştirmek gerekiyor. Yerli ve yerlileştirme..

Örneğin Bolu’da tavuk üretme çiftliğiniz var , piliç üretiyor ve satıyorsunuz.Talep geldi , vatandaş daha fazla piliç istiyor veya doğal besili tavuk istiyor. Sizin bu işi yapmak için kapasiteniz , zamanınınız ,bilginiz yoksa ne yapıyorsunuz ? Yanınız , yakınınızdaki köylülere program açıyor , piliç verip besletiyor ,büyüyünce satın alıyorsunuz. Aldığınız malı değerinde pazara satıp para kazanıyorsunuz.

Bu bir iştir hatta milli ve yerli bir iştir.

Bizim yan sanayi Boing’e , Mercedes’e , BMW’ya ürün satıp gururlandığında Amerika’da uçak üretimi , Alman’ya da otomotiv üretimi milli ve yerli olmuyor mu ?

Fabrikalar ekonomiklik, uzmanlık ve kapasiteleri gereği her ürünü kendinin imal edip etmemesine fizibilite safhasında karar verir. Çelik malzemeyi alıp cıvata haline getirmek ayrı bir iş, 40.000 parçadan oluşan karmaşık bir yapıyı üretmek ayrı iştir. Bu parçalardan rasyonel olanı kendi tesisinde üretir bazılarını ise yurtiçi ve yurtdışından temin edersiniz.
Yaptığınız satışlar zamanla artar , bu durumda parçayı kendinizin üretmesi daha karlı olabilir o zaman fabrikanızda bir alan ayırabilir , ek tesis yapabilir veya yapılabilirliği varsa ülkenizdeki yan sanayine yaptırırsınız.

Vazgeçemeyeceğiniz konu kalite ve satınalma maliyetidir. Bunun adına yerlileştirme denir..

Yerlileştirme oranını giderek yükseltirsiniz veya tersi de olabilir yerlileşme oranı giderek azalır. Daha kaliteli ve ekonomiği varsa neden almayalım ?

Sizin üretiminiz kaliteli ve ekonomikse adam Amerika’dan , Almanya’dan gelir ürünü alır ve kendi uçağında ,otomobilinde kullanır.

Önemli olan yerlileşme oranının giderek artması değil , ürünün toplam maliyetinin azalması ve kalitenin artmasıdır…

Demek ki yerli cıvata üretimi ile yerlileştirilmiş otomobil tarifleri birbirinden farklı…

Şimdi yerli ve milli otomobil slogansal ve motivasyon olarak doğru ancak teknik tarif olarak yanlıştır…

Yoksa girişimci otmobil yapmaya karar veriyor.. Sermayeleri , kredibiliteleri var. Devlet teşvik olarak arazi veriliyor , gelişmiş yan sanayiniz var. İnsan gücünüz yeterli. Dış dünyadan destek satın alabilirsiniz. Artık ülkedeki ARGE merkezlerinden hizmet satın alabilirsiniz. Bilişim sektörü emrinizde. Potansiyel müşteri kamu ve al dediğinizde satın alma yapacak bir kısım halk var. Bir miktar da yurtdışı satış olabilir. Birde isim koydunuz , malı ürettiniz daha ne olsun malı satarsınız.

Zamanında benzer stratejiyi Lada , Skoda , Tata yaptı bir süre sonra ya battılar yada bir başka markanın parçası oldular..

Burada sizin müdahale edemeyeceğiniz bir alan var rekabet..

Ülkenizde üretim yapan otomotiv firmaları , Dünya’da üretim yapan otomotiv firmalarının bu rekabet içinde davranışları ne olacak ?

Senin yeni bir oyuncu olarak pazarda rahatça gezinmeni gülerek mi karşılayacaklar yoksa kalite ve fiyat ve yenilik ile seninle rekabet edecekler ?

Sen bu rekabet içinde sürekliliğini koruyabilecek misin ? Marka değerini oluşturup , yukarı taşıyabilecek  misiniz ?

Yoksa üretmek işin kolay tarafı… Yerli ve yerlileştirilme kavramını iyi anlayarak…Hani beş sene sonra birisi çıkıp yerlileşme oranımız % 78′e çıktı dediğinde hani bu ürün % 100 yerli ve milliydi diye sorup , şoke olmasın ?

Yeni girişim ülkemize hayırlı olsun. Uzun, ince bir yol ancak denemek gerekiyor..

Bir atlete nasıl rekor kırarsın diye sorsak cevabı ” Denersem ” olur.

Deneyelim , başaralım..

Kolay gelsin…

31 Ekim 2017 Salı

PİDENİN SIRRI



Hocam , bu pide işi Karadeniz’de güzel yapılıyor her bölge en iyisini yaptığını iddia ediyor , Trabzon , Giresun , Espiye , Görele ,Rize benim bildiğim merkezler ancak bu iş Samsun’da bir başka yapılıyor. Bafra’sı , Çarşamba’sı , Havza’sı…. Hele Samsun Merkez … İmrenir herkes….
Açığı ,kapalısı , yumurtalısı , tereyağlısı , peynirlisi , kavurmalısı , kıymalısı , pastırmalısı…
Karadeniz’in o güzel pidelerini birebir İstanbul’da bulmak çok kolay değil. Kebabın orijinalini bulamıyorsan , pidenin de ancak çakmasını bulabiliyorsun.. Un , nem , hava , malzeme usta kalitesi artık ne dersen de…
Urfa’da Dedecan sahiplerine İstanbul şübeniz Urfa’ya kıyasla aynı başarıyı gösteremiyor dediğimde her şey aynı diye itiraz etmişlerdi ancak arşivden iki patlıcanlı kebap görseli çıkartınca onlarda kabul ettiler ,daha fazla çalışalım dediler…
İstanbul’da en iyi pideyi Ümraniye’de bir pidecide yiyorum. Zaten müşteri talebi bu mekanın genel kabul gördüğünü gösteriyor… Kalın hamuru , tereyağı bana lezzetli gelir..
Oğlum askerlik sonrası orası senin burası benim durmadan geziyor… Gezsin hakkıdır.. Kolay değil evinden uzak kaldı , zor şartlarda görev yaptı….
Herhalde bize nispet olsun diye pidecideyim diye mesaj atmış..
Ehhh bizde insan oğluyuz ,canımız çekti.. Paket yaptır annenle yarım yarım yeriz dedim…
Gelen pide hala sıcaktı ancak normal yeme sıcaklığının biraz altındaydı. Kavurma biraz tuzluydu .Üzerinde peynir eritmişler , pide biraz daha tuzlu olmuş. Beğendiğim kalın pide hamuru bu sefer bana lezzetli gelmedi. Kağıtta bekleyince ,hamurlaşma yapmış ve kıtırlık kaybolmuştu.
Aslında herşey yerinde ve zamanında güzel. Malzeme aynı ancak 15 dakikalık yol lezzeti değiştiriyor…
O beğendiğin kalın hamur artık beğenmediğin oluyor…
Dış etkenler işin tadını bozuyor.. Eğer kaliteyi bozmak istemiyorsan bazı ürünleri gavurların dediği gibi take away yapmayacaksın. İsteyen gelsin yerinde yesin.
Hamur aynı hamur , malzeme aynı malzeme ancak dış etkenler lezzeti , beğenilmeyi , aidiyeti bozuyor…
Siyasette benzer durum var. Adam aynı adam ancak dış etkilerden dolayı olsa gerek , bir dediği bir dediğine , bir yaptığı diğer yaptığını tutmuyor.. Şimdi bu gibi siyasetçilere inanmak ,güvenmek , aidiyet duymak anlamlı değil….
Prof . Acar Baltaş diyor ki ” Kimse patronunun servetini büyütmek için meslek hayatının ilk iki yılından sonra yürekten adanmış olarak kendini parçalamaz” .
Belki bu söyleme itiraz edenler çoktur ancak burada tecrübe konuşur. Bu konunun muhatabı iş hayatına yeni girmiş idealistler değil , iş hayatında çok zaman geçirip deneyim yaşamış tecrübelilerdir..
Benim de kişisel inancım aidiyet yaratılmak istenen koskoca bir balondur… Bu yaşadıkça anlaşılır…
Zaman kişi ve kurumlardan vazgeçilmeyi öğretiyor ancak faturası biraz pahalı oluyor…

29 Ekim 2017 Pazar

CUMHURİYET








Dünya'da 200 çalışma yılını doldurmuş yaklaşık 6.000 cıvarında şirket var ki yarısı Japonya'da . En eski şirket Japon inşaat şirketi 1.400 yıllık Kongo Gumi. 578 Yılında kurulan han işletmecisi Hosti gene Japonya'dan. Avrupa'dan en eski örnek 1.000 yılında kurulmuş olan Fransız şarap işletmecisi Chateaeu Goulain.

Türkiye 'de ise ticari kuruluşların ömür ortalaması 12-13 yıl.Yani çok uzun ömürlü değiller.Kayıtları tutulmuş olanlardan en bilinenleri Muhittin Hacıbekir 1777 , Vefa Bozacısı 1870 , Güllüoğlu 1871 Cumhuriyet döneminde ise Kamil Koç 1923 , Koç Holding 1926 var. Tabiki Osmanlı döneminden bankalar , okullar var ancak onlar resmi kuruluşlar. Birde dernek olarak kuruluşu 1918 olan , önümüzdeki yıl 100. yılını kutlayacak olduğumuz Üsküdar Musiki Cemiyeti var ki hala büyük bir gururla hizmet veriyor.

Sözün özü kurumların ayakta durabilmesi kolay değil mutlaka özverili ve bilinçli çalışma istiyor.

Demokrasiler , yönetimsel çalışmalar, kurumsallaşma daha da özel çalışma istiyor..

İnsanlara daha fazla özgürlük sağlayan , Kraliyetin yetkilerini sınırlayan Magna Carta 1215 yılında hayata geçmiş , Fransız devrimi 1789 . Yunan'lılara , Roma'lılara kadar gitmeyelim . Yüzyıllar geçmesine ragmen insanlar hala daha fazla demokrasi için uğraşıyorlar , daha güzel bir ülke , dünya için çalışıyorlar..

Bugün cumhuriyetin 94. yılını kutluyoruz. Ülkemizin geleceğinin daha iyi olmasını istiyoruz...

Yüzlerce yılın yanında bizim 94 yıllık Cumhuriyetimiz çok genç . Elbette alt yapı nedeniyle bazı yol kazalarına uğradık , uğruyoruz. Bu bizi asla yıldırmasın , bunlar olacak ...

İşletmelerde genelde The Best Practice'ler yani en iyi örnekler anlatılır ancak The Worst Practice'ler de yani kötü örnekle de iyi bir uygulama modelidir. O nedenle negatif unsurlar asla ve asla bizde olumsuzluk yaratmamalıdır.

Bizim yapmamız gereken demokrasiye olan inancın devam etmesi , kalitenin artması için eğitim ; eğitim ,eğitim...

Demokrasi , eğitim , sahiplenmiş insan gücü Cumhuriyetin sürekliliği için en önemli etken olacaktır...

Asla vazgeçmeyeceğiz....

Nice güzel yıllara...

19 Mayıs 2017 Cuma

GENÇLİK VE SPOR



Bayramların ülke insanı üzerinde önemli yeri vardır. Her ülke bayramların özellikle takipçisi olur ve süsler.
Neticede birlik beraberlik istiyorsanız ortak değer yaratacaksınız.
Bayramlardan güzel ortak değer mi olur ?
Orta okulda hocama dünyanın çapını nasıl hesaplıyorlar diye sormuştum o da bana geometri ile demişti. Neticede müsbet ilim , bilim çok şeyi yapmayı sağlıyor..
Tarih disiplinler arası çalışma türü. Sonunda 2000 -3000 seneyi konuşuyoruz. Elinde kaynak varsa yorum yapabiliyorsun.
Bazen bir fosil bazen bir kitap bazen bir yazıt...
Kimse bin sene önce yaşadığımda diye söze başlamıyor...
Kaynak belli ve bu kaynak filitre edilerek bugüne ulaşmış. Yeni bir belge varsa elbette kaynak açıklanarak , akredite kuruluşlar tarafından onaylanarak açıklama yapılabilir. Bazende bu filitrasyonda siyasi çevrenin olumlu - olumsuz etkisi olabilir...
Bazıları da tarihi elinde onaylanmış kaynak olmadan kendine göre yorumlayabiliyorlar tabiki onları bilim adamı , akademisyen terazisine koymak çok mümkün değil...
Bu nedenle yaşanmış tarih , birinci ağızdan edinilen tarih en kıymetlisi galiba..
Düşünün Çanakkale'yi , Sakarya'yı , Dumlupınar'ı , Kore'yi , Kıbrıs'ı , Köprülerin açılışını , 12 Eylül'ü , 15 Temmuz'u birebir yaşamışın ağzından olayları dinlemek , tarihe şahitlik yapmak....
Ben çok ileri gidemiyorum ancak 40 -50 yıl , belki biraz ötesi...
En sevdiğim bayram 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı olmuştur..
Ergenlik nedeniyle tarihi ağırlığı , olgusundan ziyade bana verdiği heyecanı aklımda kalmıştır...
Gençlik zamanımızda mahalle kızına göz koymak , sınıf arkadaşımıza sarkmak gibi rajona ters düşen şeyler yoktu. 19 Mayıs şenlikleri ise tam tersi genç kızlarla karşılaşmak için büyük bir şanstı...
Düşünsenize çeşitli okullardan gelen yüzlerce genç..
Güzel mi güzel ... Kımıl mı , kımıl...
Eh o günlerde evlenme programları yok , tanışma programları yok....
Günlerce çalışırdık.... Rahat , hazırol ,tüfek çat , kule yap falan , filan....
O gün gelir çatar, geriye provalarda çengel attığımız tazeleri dalından kopartmak kalırdı...
Herşey iyi güzeldi.... Ta ki boru , trampet sesi gümbür gümbür gelene kadar...
Denizciler , Karacılar.... Sırım gibi ,disiplinli....
Gözler o tarafa doğru kayar , kızların olduğu blokta bir dalgalanma başlardı....
Hani şairin dediği gibi bugün gene açız derdik kendi kendimize...
Malı gene onlar götürecekti , belli ki....
Ama olsun o heyecanı hissetmek bile bir ömre bedeldi...
Sonunda 19 Mayıs gençlere verilmiş bir bayram ayrıca bir fırsattı...
Fırsat yaratılmışsa , sonucu almanın emek istediğini anlamıştık o zamanlar....
O gün o fırsatlar vardı peki bugün aynı fırsatlar var mı ?
Yenisi bitmek üzere olan Samsun'da 19 Mayıs stadımız var ama ismi İbne Haldun olan (Pardon yanlış yazmışım İbn Haldun olacak ,her ne demek ise ) üniversitesi var...
Samsun'daki yeni stadın isminin ne olacağını bilmiyorum ancak onun da ismi İbn , puş , amk ile başlarsa anla ki çoluk çocuğa rezil olma riskin olur....
Türk gençliği ülkemizin bu riski almasına asla izin vermemelidir...
Vatan gençlerin omuzlarında yükselecektir...
Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün dediği gibi...
Bütün ümit gençliktedir...
Hayırlı bayramlar dilerim...

6 Nisan 2017 Perşembe

BEYİN YIKAMA




Harward Management Company başkan yardımcısı Mike Dean ile nöro- marketing konulu konferansta karşılaşmıştık. Kendisi yetenek yönetimi ile ilgili bir konuşma yapmıştı. Aklımda kalan bir bilgiyi paylaşmak isterim.
İnsanlar yaşamları boyunca birçok anıları var bunlar gözümüzün önünden akıp gidiyor , unutuluyor. Kalıcı olanlar ise genelde fotoraflar oluyor. Hele hele fotoraflar bir kaç kez tekrarlandığında kalıcı oluyor bu nedenle fotoraf veya resim yoluyla reklam yapmak çok daha etkili . Örneğin ;
İnsanın aya ilk adım basma anının fotorafı...
Vietnamda üzerine napalm atılan çocukların fotorafı..
Pekin Tiananmen meydanında tanklara geçit vermeyen Çin'linin fotorafı...
Vietnam savasında komunist gerillayı başından vuran polis sefinin fotorafı...
Bunlar yıllar geçse de unutulmuyor..
Malum ülkemizde bu aralar referandum var...
Taraflar çeşitli çalışmalar yapmışlar...
Bir taraf siyasilerin resmini kullanmazken diğer taraf ise her neredeyse gözün görebileceği her binaya ,panoya , duvara siyasilerinin resimlerini koyuyorlar..
Kafanızı nereye çevirseniz orada birilerini görüyorsun..
Normal seçimlerde binlerce kişi aday, binlerce resim görebiliyordunuz ,sizi pek sıkmıyordu...
Referandum alternatifi az olması nedeniyle tek kişi üzerinden Nöro - marketing yapıyorlar , yani beyin yıkıyorlar..
Tebrik ederiz hiç olmazsa teorikten pratiğe geçen bir çalışma olmuş...
Çok para harcanmış ama olsun. Kaynağı belli , adaletli ,kul hakkı yenilmeden harcanan paralarsa tamamdır...
Bu nöro - marketingin bir iyi birde kötü yanı var...
İyi yanı dengeli , yeterli sayıda yaparsak etkili oluyor.. Seven daha seviyor , satın alma eğilimi artıyor...
Kötü yanı ise yeterinden fazla tekrar yaparsan bilinçaltı kabul etmiyor , sevmek nefrete dönüşüyor....
Hele birde satılan ürünle daha önce yaşanan kötü deneyim varsa bittiniz.
Müşteri ürünü satın almaktan hemen vaz geçiyor....
Keşke bu kadar abartılı yapmasaydınız bu tanıtım işini . O zaman tadından yenmezdi...
Bak bu bilgileri kimse beleş vermez , sevildiğinizi bilin siyaset stratejisti kardeşlerim...
Ben şimdi tatile çıkıyorum, teşekkürlerinizi bilahare kabul edeceğim...

25 Mart 2017 Cumartesi

ÇANAKKALE İÇİNDE VURDULAR BENİ


Tarihimizde kahramanlık destanı çoktur .Çanakkale savaşı, özellikle 57. Alay üzerinden simgeleştirilen kahramanlık destanı bu milletin asırlar boyu gurur kaynağı olacaktır.
Binlerce insan ölmüş , binlercesi yaralanmış....
Gelibolu'yu ziyaret edip şehitlikleri , mezarlıkları , siperleri , müzeyi görüp ağlamayan yerli ,yabancı çok az insan vardır..
Destan dedik ya anlatımlarda mutlaka hikayeler yazılmış . Bazısı gerçek , bazısı abartılı...
Düşmana su ,yiyecek vermeler...
Şehit ve ölülerin toplanmasına izin vermeler...
Esirlere insanca muamele etmeler..
Hatta filmlere konu olan aşklar...
Ne kadarı doğru ,ne kadarı yanlış tam bilmiyoruz ancak binlerce kişinin öldüğü savaşın centilmen , kahramanca bir yönü olduğu kesin...
Bu nedenle aradan yıllar geçse de heryıl binlerce Anzak Çanakkale'ye geliyor....
Hiç görmedikleri dedelerinin anısını yaşamak istiyorlar..
Düşmanlık yerine saygı hisleri var....
Kore'de , Avustralya'da ,Mısır 'da Türk'lere bu saygıyı görebilirsiniz...
Parasını Commenwealth birliği ödese de mezarlıkların bakımının yapılmasına destek vermişiz..
O mezarlar programına göre düzenli bakılıyor , temizleniyor..
Canlılarına değer verdiğimiz gibi ölülerine değer vermişiz..
Atatürk'ün dediği gibi onlar artık bu toprakların çocuğu saymışız...
57. Alay şehitliğini ziyaret ettiğimizde , mutlaka Anzak koyunda mezarları ziyaret eder bir daha böyle savaşlar yaşanmasın diye dua ederiz....
İşin doğası gereği insanların bir kabahatı varsa bu dünyada hukuksal olarak cezasını çekmeli ...
Bu Dünya'da ceza çekme fırsatını kaçıranların cezasını çekmek kul ile Allah arasında...
O nedenle camide sorarlar ;
Nasıl bilirdiniz ? İyi bilirdik ...
Hakkınızı helal ediyormusunuz ? Ediyoruz , ediyoruz, ediyoruz....
Artık o sorumluluk sizden gitmiştir ...
O nedenle ölenin arkasından rahmet dileriz...
İnsanlar bugün var, yarın yok... Yaptıkları bir zaman aralığında kaybolup gidecek , uhrevi işler....
Bakıyorum ülkenin bazı değerleri öldüğünde hiç ilgilenmeme , hemen kötüleme , hemen yaftalama...
Kardeşim beğen , beğenme kamuya mal olmuş Tayfun Talipoğlu gibi bir gazeteci ,programcı vefat etmiş insan twitter'de de olsa bir başsağlığı dilemez mi ?
Nerede basından sorumlu siyaset ve burokrasi adamları ?
Nerede insanı ortak değer yapmak durumunda olan siyasetçiler ?
Nerede Anzak'a gösterilen değeri kendi insanına vermeyenler ?
Nedir bu kin ? Bu nefret ?
Hani çocukluğumuz hikayesi vardır ....
Zenginleşen çocuk , güç sahibi olan ..
Ben sana zengin olamazsın ,koltuk sahibi olamazsın demedim adam adamazsın diyen anne...
Malum bu aralar benim kafa biraz gitti. Tam böyle miydi kestiremiyorum ancak anaların sağduyusuna güvenmek gerekir...

BAKAR KÖRLER



Şu FETÖ işi hiç surpriz değil.
Birilerinin gelip sizin memleketinizi isgal ederek sömürmesi hala bir gerçek olmakla birlikte , ülkeyi birilerine parçalatmak veya içerden birilerini kullanmak daha rasyonel yöntemdir..
Buyüme stratejileri vardır . Birisi bulunur ,parasal , organizasyonel destek verilir , memleket insanının fakirliğinden yararlanılır. Küçük küçük testler yapılarak uyuşturucu gibi önce merak aşılanır sonra alışkanlık , bağımlılık ve sonunda sorgusuz mekanikleşme noktalarına gelinir.
Öğrenci yetiştirmeler , sınav sorularının verilmesi , istenilen kişilerin istenilen yerlere sokulması , zamanla meyva vermesini beklenir , meyva pazara sokulur gerekirse mevcut iktidara yedirilir. İstersen hormonlu büyüme yapılır...
Bu yazdıklarım kulağa tanıdık geliyor mu ?
Kamudan 125.000 kişi kovulmuş..
Yerlerine kimler alındı ? Neden IHL 'i mantar gibi çoğaldı ? Neden ülkemizde 4 milyona yakın yabancı statusü belli olmadan alındı ve ülke adaptasyonuna müsade ediliyor ? Basın , yayın kuruluşlarının yandaşlar tarafından işgal edilmesinin amacı nedir ?
Demokrasiyi başörtüne indirgiyerek mazlum ,mağdur edebiyatı yapanlar demokrasiyi katlettiklerini farkına bile varamıyorlar..
Beni tanıyanlar '' Okan kafayı yemiş '' diyorlarmış . O zaten bilinen bir mevzudur , üzerinde tartışmaya değmez...
Fiziksel olarak demans , alzheimer gibi unutkanlık hatta hafif tırlatma yaş nedeniyledir.
Yaş nedeniyle olan başka birşey vardır ; birikimlerin , yaşadıkların ,tecrubelerinle ülkene Ağrı Dağı'nın tepesinden bakmaya başlarsın. Bu yukardan bakma olarak görülemez . Yakını görme sorunun nedeniyle , uzaktan bakman görmeni kolaylaştırır . Bir anlamda minörden majöre , lokalden küresele geçen bakış açısıdır.
Bu bakış kaybettiklerinin yanında kazanımların olur..
Haydi ben tırlattım kafayı yedim ...
Dünya'ya kara gözlükleri ile bakan gözleri nereye koyacağız ?
Ben tırlattıysam onlarda bakar körler....

BOZUK MAL




Sevgili kardeşim Cengiz kafasına Atatürk'ün söylediği köylü milletin efendisidir lafına takmış bende kendisine Atatürk lider olarak milleti motive etmek için bu lafı söylemişti dedim. Her lider milleti motive etmek için böyle şeyler söyler ancak günün şartlarına göre anlamını yitirir.
Örneğin köylüyü motive edecek söze artık gerek kalmadı çünkü köylü kalmadı. Nüfüsün ancak % 8,2 si köylü...
Bir başka örnek ise Cennet vatanım söylemidir. Bu da külliyen yanlıştır. Kitle iletişim araçları dünyayı gösterdikçe , insanlar paralanıp Dünya'yı gezdikçe bu durum daha anlaşılır olur...
Diğer Cennetler arasında bizim Cennet duhiliyeden Bülent Ersoy seyretmek gibidir.
Adı hep yamyamlarla anılan Afrika'da Zanzibar , Kenya , dandik ülkeler dediğimiz Thailand , Maldivler , Mauritus gibi Pasifik ve Asya'daki cennetleri görünce dibiniz düşer vay anasına dersiniz...Avrupa'daki Cennet'ler ise sözün yetersiz kaldığı yerlerdir...
Gerçekler böyle olmasına rağmen siyasetçiler gene Cennet vatanım söylemine devam eder...
Bu durum gayet normaldir ve motivasyon uzar gider...
Önemli olan insanların yaşadığı yeri Cennet yapmak veya Cennet olduğuna inandırmaktır.
Yemek işi , lezzetler , yöresel tatlar gene böyledir . El elden üstün , ülke mutfakları birbirinden farklıdır ve bunu sunumuyla , lezzetiyle sanat haline getirmişlerdir..
Biz bu konuda fena değiliz....
Benim en'lerim arasında mutfak , lezzet olarak Gaziantep ,Hatay ve Samsun gelir...Bursa ve Antalya'da fena değildir ancak ilk üç tercihim böyle ....
Son otuz yılına tanıklık yaptığım Samsun'un çeşitliliği önemlidir .Mutlaka hamur işi , sebze yemeği yapılır ancak et , balık , pide kombinezonu Samsun'da bulunur.
Cevat abinin favori yeri Oscar , şehir içindeki balıkçılar kooperatifi , Pamuk Kardeşler , Fevzi bilinen balık yerleridir. Tekkeköy' e giderken lezzetli etlerin yapıldığı et lokantaları , Körfez pide salonu gerçekten mühteşemdi..
Tekir , mezgit , kalkan ,mısır ekmeği doyulmazdır hele yanına iki duble rakı super olur da bu lokantıların çogu kapandı...
Çeşitli nedenlerden dolayı şehir içinde içkili lokanta kalmamış.. Alkollu icki, sahilde birkaç adet lokanta ile sınırlanmış..
Samsun'un simgesi meshur Fevzi değişen siyasal ve sosyal çevre nedeniyle içkiye tövbe etmiş. Şimdilerde kendine muhafakazar ortak alarak mütedeyyin halkımıza hizmet vermekte.
Bu anlamda artık haksız bir rekabet var.. Artık Fevzi'de bir duble içip , balık yemek lüksümüz olmayacak..
Otuz yıllık süreçte mahalle baskısı nedeniyle değişen Samsun ne demek istediğimizin kanıtıdır...
Haksız rekabet her alanda var. Son onbeş yılın getirdiği ortam nedeniyle çoğu vatandaşımız gibi kendine vazife çıkartan ve belki de haksız rekabetin getirdiği stresden dolayı hayatını kaybeden Talip Talipoğlu...
Vatandaşın parası ile zenginleşip , satın aldığı basın ve yayın araçlarını kendi ideolojilerinin propaganda aracı haline getirip, muhalif seslere yer vermeyerek haksız rekabet yapan yandaşlar...
Her dakika devletin televizyonu kullananlardan fırsat bulup son 7-8 ayda muhalefet liderini ekrana çıkartmayarak haksız rekabet yaratanlar....
Milletin bir kısmına seyredecek tv kanalı , okuyacak gazete birakmayarak haksız rekabet yaratmaya çalışanlar....
Ekonomide haksiz rekabet yaratanlara en güzel cevabı o malı kullanmayan tüketiciler verir..
Umarım bizim tüketicilerin tüketici bilinci oluşmuştur...
Yoksa bozuk malı kullanmaya devam..

20 Şubat 2017 Pazartesi

BİRAZCIK UMUT




Norveç zengin bir ülke. Başta insan olmak üzere birçok kaynağı var. Somon balığı üretimi ve satışı bu kaynakların sadece birisi. Dünya'da kaliteli ve alternatif besin ihtiyacı var bu arz talep kanunu göre daha fazla üretim demek ancak Norveç daha fazla üretim yapmiyor. Denizlerin ancak % 1 de üretim yapılıyor. Amaç denizlerini temiz tutmak ve gelecek nesillere yaşanır bir gelecek bırakmak bu nedenle üreticilerin banka hesaplarını sıkı denetim altına almışlar...Belkide ülkemizde somon fiyatlarının yükselmesinin altında bu gerçek yatıyor...

Finlandiya'da zengin bir ülke. Onların da bir çok kaynağı var ancak en önemli zenginliği insan eğitimi ve yaratıcılık..

Tarifleri iyi anlamak gerekiyor.... Vizyon ,hedef ,amaç
Bunlar birbirine girmiş durumda...

Bu konuları beleş anlatacak halimiz yok ancak devletin , partilerin , özel şirketlerin strateji belgelerine girin zaten bir gariplik olduğunu bu konuda yazı yazanların yanlış bilgilere sahip olduklarını anlarsınız..

Kişisel olarak benim ;
5 yıl sonra on milyon dolar param olacak
10 yıl sonra başbakan olacağım..
20 yıl sonra 12 tane villam ,38 tane arabam ,4 tane fabrikam olacak diye HEDEFİM olmadı.. Ancak ;
Onurlu insan ...
Kültürlü insan ..
Dürüst insan...
Sağlığına dikkat eden insan..
En önemlisi geride hoş bir sada bırakan insan olmak gibi AMACIM olmuştur ve bunları kısmen başarmışımdır.. Şikayetçi de değilim..

Köyünde namusuyla ,şerefiyle yaşayan bir dilim ekmeğiyle mutlu olan insanımız da şikayetçi değil..

2023 yılında ekonomik olarak ilk 10 ülke arasına girmek , 500 milyar dolar ihracaat yapmak vizyonel bir bakıştır , vizyon hayallerin resminin çizilmesidir ancak adama bunun altını nasıl dolduruyorsun diye sorarlar...

Günlük siyasete girip günümüzü berbat etmeyelim. Zaten yeteri kadar kötü günler yaşıyoruz...

Bence ulaşıp ,ulaşamayacağın belli olmayan rakkamlar üzerinde çalışacağına ülkede;
Onurlu
Gururlu
Dürüst
Namuslu
Medeni
Kültürlü
Sağlıklı
Egitimli en onemlisi yarinlardan umutlu insan yetiştirmek için gayret sarfedelim .

Biz dürüst ,namuslu olmayan insanların getireceği rakkamları kabul eden bir millet olmak istemiyoruz...

Bir dilim kuru ekmeğin helal yolla kazanılmışını istiyoruz..

İnsanımız kavga , tehdit , ayrımcılık , adaletsizlik istemiyor...

Mutlu insanların yaşadığı bir ülke vatandaşı olmak istiyoruz...

Anlayın artık ...

Birazcık umut.... Çok mu ?

14 Şubat 2017 Salı

ÇİNLİ KIZ



İnsanın kendini geliştirmesi güzeldir hele hele yaşlar ilerlemeye başlayınca kendine en ufak bir katkı , büyür büyür kocaman olur..
Sanırım 5-6 yıl önceydi. Üç arkadaş İngilizce lisanını geliştirmek istedik . Üçümüzde çeşitli vesilelerle yurtdışında eğitim almış , günlük hayatımızda yabancı dili kullanan ancak daha iyisi olsun diye gayret sarfeden insanlardık. Hayatımız için farklı bir alternatif oluşturmak yararlı olacaktı . Lisan geliştirmenin yanında haftasonları kendimize bir uğraşı olacaktı .
İnsanlar Cumartesi ,Pazar sabahları evinde uyurlarken biz neredeyse güneşin doğuşunu seyredecektik . Çoğu insan yatağından kalkarken biz günü yarılayacaktık..
Bu anlayış içinde bize uygun bir lisan eğitim kurumuna kayıt olduk ve yaklaşık bir yıl eğitim aldık. Lisan seviyemizin artmış olması bizi mutlu ediyordu. Derken sona yaklaştık ve bütün seviyeleri tamamladık..
Kursun devamı için yönetimle konuşup ilave sınıf açıp açamayacaklarını sorduk. Tek bir ön şartımız vardı o da eğitimcinin ana dilinin İngilizce olmasıydı .Eğitim kurumunun o gün için hazırlığı yoktu…Bizden belli bir süre musade istediler… Biz hazır olursak size bilgi verelim dediler…
Sonunda güzel haber geldi… Eğitmeni bulmuşlardı …
Tanışma gününü heyecanla beklerken , bizide bir sürpriz bekliyordu..
Eğitmen çekik gözlü Çinli görünümündeki bayandı…
Şasırmıştık ancak sonraları alıştık . Amerika’da , İngiltere’de ana dili İngilizce olan bir çok Çin’li , Hint’li , Afrika’lı vardı. Hatta yıllar önceki lisan hocam Oxford mezunu Hint asıllı bir İngilizdi….
Hocamız son derece akıllı , ana dili İngilizce olan avukattı. Çalışmasına ara vermiş belli süreliğine Türkiye’ye gelmişti.
Ülkeyi kısa süreliğine gezmiş , İstanbul’u ve yakın çevresini biliyordu..
Kısa sürede kendisiyle olumlu ilişki kurduk..
Bazen kendi aramızda yaptığımız Türkçe espirilere bile eşlik etmeye başladı .Son derece zekiydi…Acaba Türkçe biliyor mu diye şüphe etmedik değil…
Biz gene aramızda espiri yaparken arkadaşlara bir duyumumu paylaştım ; İngilizce eğitim verdiğini iddia özel okullardan biri eğitmenlerinin saçını sarıya boyatıp İngiliz diye yutturuyormuş istermisin bizim hocada çakma İngiliz olsun diye espiri patlattım. Arkadaşlar doğal olarak güldüler. Bizim güldüğümüzü gören hocamız gülümsemeye başlayınca işkillendim ve arkadaşlara yoksa hocamız bizi anladımı diye sordum…
Eğitimin ortalarına gelmiştik . Güzel bir Pazar sabahı okula geldim. Hocamız beni bekliyordu… Birden ağlamaya ve Türkçe konuşmaya başladı….
Şaşırmıştım…. Benden daha düzgün Türkçe konuşuyordu…
Okan bey , sizden çok özür dilerim. Sizi kandırdım. Ben aslında Kayseri’de doğdum .Üç yaşımda ailece İngiltere’ye gitmişiz , İngiliz vatandaşı hukukçuyum ancak İngiltere’de avukatlık uzun süre aldığı için boşluk zamanını çalışarak geçirmek istedim . Bu firmanın ilanını gördüm ,başvuru yaptım ancak özel bir sınıf olduğu , öğrencilerin ön şartı olduğu bu nedenle kendimi İngiliz olarak tanıtmam gerektiğini söyledir. Sizin sarı saçlı İngiliz hocası hikayenizi duyunca kendimden utandım ve istifa ettim dedi ve özür diledi..
Aslında bizim ön şartımız İngiliz değil ana dili İngilizce olan birisiydi ve bu şart karşılanıyordu. Bizim için sorun yoktu ancak hocamız insanları daha fazla kandırmak istemediği için istifa etmişti..
Olay duyulunca firmada yönetimsel sorun ve bazı değişiklikler oldu..
Onurlu insanlar vicdan muhasebesi yaparak istifa ediyorlar..
Ülkenin birinde her türlü yalan ,dolan, talan olmasına rağmen kimse istifa etmeyi düşünmüyor…
Bari onlar da bir HAYIR yapsınlarda ülkeye huzur gelsin.