21 Ağustos 2012 Salı

SIRA BİRGÜN SANA DA GELEBİLİR






Yıllar önce bir yaz gecesi televizyonlar yayınlarını keserek son dakika haberi vermeye başladılar.

‘’ İstanbul Kadıköy’deki  Devlet Malzeme Ofisi  binasına bomba  yerleştiren teröristler bombanın ellerinde patlaması nedeniyle paramparça oldular’’

O dönem çalıştığım şirket DMO ‘ya ürün verdiği için yöneticilerim durum tespiti yapmak için beni görevlendiler.

Ekibimle DMO araç stok parkına gittiğimde durumun vahametini daha iyi anlama imkanı bulduk. Parktaki araçların tümüne yakını  bomba parçaları nedeniyle delik deşik olmuştu. Patlamada parçalanan teröristlerden küçük parçalar araçların üzerine yapışmıştı. Ne kadar güçlü bir patlayıcı kullandılar bilemiyorum ancak manzara gerçekten korkunçtu. Nedeni ne olursa olsun hiç bir insanoğlu bu şekilde ölümü haketmiyor diye düşündüm.

Dün gece televizyonda Galatasaray –Kasımpaşa maçını izlerken eşim Gaziantep’den gelen patlama haberini iletti. Diğer kanala geçtiğimde kesin olmayan kayıp bilgileri ,yanan araçlar ve bomba nedeniyle delik deşik olmuş araçları gördüm.

Belli ki patlayan bomba en az DMO’ da etkisini gördüğüm kadar güçlüydü .

Aradaki fark o dönemin teroristlerinin hedefinde araçlar, dün geceki bombalamanın  hedefi ise insanlardı.

Henüz kayıpları tam bilmiyoruz ancak bilançonun çok ağır olduğu konusunda tereddüt yok.

Terör insanlık suçu. Suçsuz insanları öldürmenin bahanesi olamaz.

Kimin yaptığı çok önemli değil ister PKK, ister Suriye gizli servisi , ister dost gözüken ancak düşmanlıklarını asırlardır sürdüren ülkeler.

Amaç korku imparatorluğu oluşturmak.

Amaç büyüyen ,gelişen Türkiye’nin önünü kesmek.


İstanbul, Ankara,İzmir , Adana , Diyarbakır , Gaziantep farketmez  bunlar  kalabalık yerleşim yerleri. Patlama yapılan  caddeden o anda Türk, Kürt, Suriye vatandaşı, İran vatandaşı, Türkmen, Alman, Japon geçebilir. Ölüm onları bir otobüs içinde veya bir köşe başında bulabilir.


Maça geri döndüğümde ‘’ Fatih Terim maçın ikinci devresine takımı çıkarmasın ülkeye mesaj versin’’   diye gönlümden geçirdim. Öyle ya bir yerde ölümler diğer yanda maç. Komşun  açken sen rahat yatamazsan , ölümlerin giderek arttığı bir ülkede hiç birşey yokmuş gibi davranamazsın.
Bu mesajları lider kişiler verebilir. Eminim Fatih Terim’inde aklından geçmiştir ancak bazı şartlar uygulamaya engel olmuştur.  Maç sonrası doğru mesajlar vererek halkın duygularına mahzar oldu.
Bize ne oldu ? Bu ülkeye ne oldu ?
Nerede gelenekler ? Nerede ortak paylaşımlarımız ?
Nerede dinimizin getirdiği barış anlayışı ?
Fatih Terim’in bu soruları ortak değerler manzumesi , ortak bilinçi beraberinde getiriyor.
Kafama devamlı  taktığım kapitalist zihniyet ortak bilincide yok ediyor.
 Sadece  kendini düşünen , bolluk içinde yaşamaya  çalışan, kendi menfaatlerini ülke menfaatlerinin üstünde görme alışkanlığı edinen , bir elinde cımbız  bir elinde ayna umurunda mı dünya yaklaşımı sergileyen  Y kuşağı.
Aslan tok olduğunda saldırmıyor , aç kaldığında saldırıya geçiyor. Askeri operasyonla sıkışan PKK’ın şehirlerde operasyon yapacağı bilinen bir durumdu. Zannetmeyin ki bitti. Girişimleri devam edecektir.
Durum tespiti yapalım;
·         Dağdaki ve TBMM’deki  kadroları ile ayrılıkçı siyaset yapan Kürt’ler. Yol kesen terörislerle öpüşen , koklaşan milletin vekilleri.
·         Kurtarılmış bölgeler oluşturulmasına engel olamayan güvenlik güçleri.
·         Suriye, Irak ,İran ve Türkiye’de uzun yıllardır Kürdistan devleti kurdurup, kolay sömürü yapmayı düşünen harici güçler.
·         Petrol paylaşımı.
·         Geçiş yolları üzerinde uyuşturucu ticaretine devam ederek büyük paralar kazanan ve bir miktarını terör örgütü ile paylaşan uyuşturucu baronları.
·         Bölgenin az gelişmişliği. İstihdam, sağlık, eğitim, kültür sorunlarının giderilememiş olması.
·         Hükümetin iyi niyetli  açılım politikalarının ters tepmesi.
·         Bölgedeki halkın büyük bölümünün  ayrılıkçılar, terör örgütünden yana olmaları.
·         Kararsızlık.
Sanıyorum en kötüsü kararsızlık. Terörle mücadele edeceksen tereddüt edemezsin.
Terör görüldüğü yerde başı ezilmelidir.

Bu nedenle güvenlik güçlerinin hukuk kurarlarını ihlal etmeden , insani yöntemleri kullanarak ancak en etkili şekilde terörü ve teröristleri etkisiz duruma getirmek ana görevdir.

Halkın terörle  koruyucu  mücadelesi için hazırlıklı olması diğer alternatifdir.

Saldım çayıra Mevlam kayıra mantığının yerini  bilinçli  eğitim ve uygulamalar almalıdır.

Teroristin nereden çıkacağı belli mi?

Belki asansörde selamlaştığın bayan !!!  Belki yıllardır beraber yaşadığın komşun !!!!

İsrail yıllardır kendi yaptıkları da  dahil anarşi ile birlikte yaşıyor. Halkı zaman zaman acı yaşıyor . Ancak halkı zararı minimuma indirmek için eğitilmiş durumdalar.

Paket  görürsek ne yapacağız ? Bir yabancı gördüğümüzde  nasıl davranacağız ? İletişim kimlere yapılacak ?  İsrail vatandaşı bunu çok iyi biliyor. Çünkü tereddütün , gafletin telafisi mümkün değil.

Ben yarım yüzyılı  aşan ömrümde her asteğmen adayı gibi casusluk, karşı casusluk ve terörle ilgili  eğitimleri sadece Topçu Okulu’nda aldım. Zaman zaman bazı bilgileri günlük hayatımda kullanarak alışkanlık kazandım.

En az deprem kadar önemli terör konusunda mutlaka insanlarımı eğitmeliyiz. İster okullarda müfredat eğitimi isterse daha geniş kapsamlı olarak terör uzmanları tarafından yapılacak panel ve konferanslarla mücadeleye hazır olmalıyız.

Kararlılık şart.

Kayıtsız kalırsan sıra birgün sana veya ailenin bir ferdine gelebilir.

Olasılık nedir?

En az kanser, en az kalp krizi , en az trafik kazası kadar.

20 Ağustos 2012 Pazartesi

YAŞLANDIKÇA GENÇLEŞEBİLMEK





Gençlik bir hayat devresi değil, bir akıl halidir.
Yıllar cildi buruşturabilir, ancak heyecanların bitişiyle ruh buruşur.
İnsan,kendine olan  güveni kadar genç, kuşkusu kadar yaşlı,
Cesareti kadar genç, korkuları kadar yaşlı,
Umudu kadar kadar genç, bezginliği kadar yaşlıdır.
Hiç kimse fazla yaşamış olmakla yaşlanmaz.
İnsanları yaşlandıran, ideallerinin bitmesidir.
Kalbi sevdikçe, neşe duydukça, güzellikleri fark ettikçe,beyni yeni birşeyler keşfettikçe, herkes gençtir.
İnsanlar yaşadıkça yaşlandıklarını sanırlar,oysa yaşamadıkça yaşlanırlar.
İnsan,yaşlı olmaya karar verdiği gün yaşlanır.

W.E.Gladstone

Bu sözler  benim;

En büyük gücüm ölmeden ölmemeye olan inancımdır.
Kolay pes etmem. Hayattan asla

söylemimle  tamamiyle çakışıyor. Yaşamak ve yaşlanmak arasındaki temel fark hayattan zevk almak , dolu dolu yaşamak ve günü geldiğinde arkada iz bırakmak olmalı.


Kimya biliminin dehası Lavoisier' in asıl eğitimi hukuktu.  Kendisi Paris Barosu''na kayıtlı bir avukattı. Bilimsel gözlem ve yorum üzerine yaptığı konuşmaları nedeniyle bütün dünyada ün kazanmıştı.

Kimya bilimini reddeden yobazları gösterip;

"Bu kelleler hiçbir şeye yaramaz" dediği için tutuklandı. Aynı gün yargılanıp, giyotinle ölüme mahkum edildi.

Lavoisier  matematikçi Lagrange' i çağırdı ve ;

"kafam sepete düştüğünde gözlerime bak. Eğer iki kere göz kırparsam  insanın
kafası kesildikten sonra bir süre daha beyin düşünmeye devam etmektedir" dedi

Lavoisier' in kafası kesildi, sepete düştü ve gülerek iki kere göz kırptı.

Bunun üzerine matematikçi Lagrange şöyle dedi;

" Lavoisier' in son saniyedeki ispat arayışı, bilimselliğin yüzyıllar sürecek meşalesidir.
Ama o yobaz kafalar asırlarca karanlıkta sürünecekler, insanlığı da süründürecekler ’’

Doğruya , güzele olan inanç hiç eksilmeden devam etmeli.

Dolu dolu yaşamda bir olumsuz yan var.

Çok şey görüp bilirseniz bu seferde egolarınız fazlalaşıyor. Hele hele yaş ilerlemeye başlayınca egolar daha da artıyor.

Konumunuz ile durumunuz tam örtüşmüyor bu durum sizi mutsuz yapıyor.

Örneğin senelerin Bülent’i.

İstisna yetenek , süper ses ,karizma , tecrübe ancak gerek kendinden gerekse sektörden kaynaklı olumsuzluklar nedeniyle eskisi kadar popüler değil. Artık para kazanmak için jüri üyeliği yapıyor  gündemde yer alabilmek için abartılı ilişkiler veya etçilerin peşinde.
 Amaç belli ‘’ Ben daha ölmedim’’ diyebilmek.
Egolar yüksek.
Gerçekten güncelsen, gerçekten kaliteliysen ilerlemiş yaşına ve abartılı yaşamına rağmen ayakta kalmayı becerebilirsin.
Neticede antika olmak meziyet,  modası  geçmek ise hezimet olarak algılanabilir.
Ben tercihimi şair Celal Sahir’den yana kullanacağım.


Başımla gönlümü edemedim eş

Biri yüz yaşında biri yirmi beş

Başım dedi dinlen,gönlüm dedi koş

Başım dedi durul, gönlüm dedi çoş  !

RUHSUZ BİNALAR



İngiltere’ye son gittiğimde çok sevdiğim  arkadaşım et yemek için bir Yunan restaurantını önerdi. Adı Cutlemans olan bu et lokantısında çok zor yer bulduk. Yediğimiz T-bone dana pirzolası inanılmazdı .

Cutlemans’ ta yediğimiz etin diğerlerinden farkı neydi ?

Luciano Pavarotti ve Enrico Caruso son yüzyılın en önemli iki tenoru. İsmini sayamayacağım yüzlerce tenor var.

Bu iki tenoru diğerlerinden ayıran fark nedir?

Her semtte işkembe çorbası yapılır. Ancak işi bilenler genelde Dolapdere’ de Apik’i tercih eder.

Apik neden çok beğenilir ?

Türkiye et ülkesi. Hem Anadolu’da hem de İstanbul’da çok güzel et lokantaları var.


Çok pahalı olmasına rağmen Nusret’in kısa sürede bu kadar hızlı bağımlılık yaratmasının sırrı nedir?

Bence ürün ve hizmete ruhunuzu ortaya koyma , müşteriye bu duyguyu iletebilmektir işin sırrı.

Lezzetli bir yemek yemek için gelen müşteri ve lezzet için ruhunu ortaya koyan üretici. Bu ikilinin birbirini tam anlayabilmesi gerek.

Soğanı kestiğinizde gözünüzden yaş gelir, güçlü yapısı vardır. Peki gülmeyi sağlayan sebze ismi biliyormusunuz?

Komedi oynayan tiyatrocunun espiri yapmak için , seyircinin de espiriyi anlaması için yeterli zekası olması gerekir. Ruh son derece önemli.

Yeni devasa adliye binaları yaptık diye övünüyoruz. Gazetecileri , fikirlerini yazan aydınları içeri atıyoruz.

Spor tesisleri yaptık diyoruz Londra Olimpiyat’ından beklentimizi karşılayamadan dönüyoruz.

Her ilimize üniversite yaptık diye seviniyoruz ancak akademik kriter açısından belirlenen  ilk 500 üniversite arasına çok az kurumumuzu sokuyoruz.

Gösterişli , görkemli iş merkezleri ve şirketler kuruyoruz ancak çalışanların mutsuzluğunu engelleyip,işten ayrılmaların önüne geçemiyoruz.

Aşçı ruhunu yemeğe lezzet olarak katıyorsa , yöneticiler de samimiyetini , ruhunu katıp insanların mutluluğu için çalışmalıdırlar.

Sonuçta espiriye cevap verecek çalışan sayısı mutlaka artacaktır.

Sonuçta samimiyeti olmayan ruhsuz binalar sadece taş ve betondan ibarettir.

KOLTUK SEVDASI





Şarkıcı Teoman müziği bırakması  nedeniyle daha önce yapılan şarkılarının klibine görüntü vermeyi kabul etmedi. Oldukça onurlu ve prensipli bir duruş. Aslında ilave para kazanabilirdi ancak paradan, makamdan önemli konular da var.

Bazı politikacılarımız genelde söyledikleri bir söz var. ‘’ Koltuk sevdamız yoktur’’
Bu koskoca bir yalandır. Aslında koltuğu  al alabilirsen demek , challenge yani meydan okumaktır. Ben  istemedim , onlar yaptı demektir.

Eğer sana bir görev önerisi yapıyorlarsa  mutlaka  yeterliliğin, liderliğin,bilgeliğin, hünerin vardır. Genelde insanı  durduk yerde koltuk sahibi yapmazlar. Koltukta oturmak aslında rekabet gereğidir. Birileri senin bu işi yapacağına inanmıştır.

Bazen bu durumun tersi  söz konusu olur. Aslında sen yeterli değilsindir ancak seni kullanmaya ,senin üzerinden rant sağlamaya çalışırlar. 

Rahmetli Özal kendine rakip olacağını tahmin ettiği  Mesut Yılmaz yerine daha rahat kullanabileceği , kibarca söylersek rahat çalışabileceği  Yıldırım Akbulut’u başbakan yaptı.

Sonunda daha fazla kullanılmak istemeyen Akbulut ile Özal’ın arası açıldı. Kukla hükümet, kukla insanlık, kukla yöneticilik bir yere kadar.


Kim kimin koltuğuna oturacağına hep merak ve şüphe ile bakılır.

Daha büyük tehlike ise koltuğun boş kalmasıdır . İlginçtir o koltuk hiç boş kalmaz mutlaka birisi oturur.

Bir gün o koltuğa oturma ihtimaline karşı kariyer gelişimimizi mutlaka yapmalıyız.

Peki bizim politikacılarımız koltuğa oturduklarında yönetmeye  hazır mıydılar ?

2002 Seçimlerinde çok kötü bir koalisyon hükümeti , çalkantılı günler. Kötüden bıkan halkın alterrnatif arayışı.

Nereden nereye. 2002’ de 1 cente muhtaç Türkiye şimdi IMF’  ye 5 milyar $ borç vermeye kalkıyor. Bu kaynak nereden geliyor ? Çok mu çalıştık?  Çok mu becerikliyiz ?

Halk içgüdüsel olarak genelde güçlüden yana tavır koyuyor.

Kaynaksız ülke için ‘’ Petrol vardı da biz mi içtik’’ diyenleri şimdi beceriksizlikleri nedeniyle eleştirmek hakkı doğuyor mu ?

Aslında kaynak yaratmak akıl ve mütebeşbislikten geçiyor.

Yıllar önce seyahat ettiğim Ege bölgesinde  Akhisar’ın köftesinin methini duyardım.
Ben de Akhisar’da köfte yiyeyim dediğimde dükkanı bulmak hiç kolay olmadı . Bir kaç masalık ufak tefek köfteci dükkanları.

Ramiz’de bunlardan birisiydi. Köftesi güzel ancak o Akhisar sıcağında yemek yemek kolay değildi.

Son yıllarda İzmir yolu üzerine açılan yerde büyümeye başladı , müşteriye yetmez oldu. Sonra büyük şehirlere gidelim , paket servis hizmeti verelim diye karar verdiler.

Klasik restaurant stratejisinde koltuğun kadar satarsın.

Paket serviste senden yapılan talebi karşılayabildiğin kadar satarsın.

Yabancılar buna takeaway yani paket servis  diyorlar ve senelerdir nimetlerini yiyorlar.

Bir üst uygulaması ise franchising.  Senin ürün ve hizmetininin benzerini yapacak ve aynı kaliteye yakalayacak  üçüncü şahıslara isim hakkı vermek.

İşte yakın zamanda Ramiz Köfte’nin yakaladığı başarı hikayesi. Kalite- akıl –girişimcilik küçük sermaye kaynağının büyük bir sermaye haline nasıl getirildiğinin örneğidir.

Benzer bir örneğini Kahramanmaraş’ta Yaşar adıyla dondurmacılık yapan daha sonra Mado adıyla milyonlara ulaşan firma için yapabiliriz.

Yolları , bahtları açık olsun.

Yol ve baht kelimelerini özellikle kullandım.Nedeni kontrolsuz büyüme ve büyümeyi yönetememe kişilerin , firmaların , ülkelerin başına büyük bela açabiliyor.

Bir çok batış hikayesi var . Bu riski almamak için  kaliteyi ön plana alan ancak şubeleşmeyen  aşırı büyümeyen ve sürekliliği temin için çalışan firmalar da var.

Hacı Muhittin Hacıbekir Türkiye’deki en eski kurumsal firması. Başlangıcı 1777’ye dayanıyor.

Önceliğinde kalite, süreklilik var. Bu da o firmanın tercih ettiği yol.

Kapitalist düzen de benzer yöntemle çalışıyor.

İngiltere’de buzdolabı üretimi yap , belli miktarı iç piyasaya, belli miktarını dünyaya satmaya çalış. İşçisi, sosyal destek programları  ile uğraş ve lojistik masraflarını ödemeye hazır ol.

Oysa Çin’de 1,3 milyar insan yaşıyor, Hindistan milyarı geçti. Hayal edin 1 milyar kişi 200 milyon aile yapar. %10 Ailede yeni evlilik olsa  20 – 25  milyon buzdolabı yapar.

Kaç fabika bu tüketimi karşilar ?

Her yıl bir ayakkabı eskise  en az 1 milyar ayakkabı üretmen gerekir.

Hangi üretim kaynakları bunu becerebilir ?

Dünyadaki büyük markalar pazar payını  %1 arttırmak için neler yapıyorlardır, neler?

Burada esas olan halkın bu malları alabilecek güce oluşmasını sağlamaktır. Üretimi bu ülkelerde yapar, insanlara iş verir ve kredi ile donatırsın. Hem üretimden hem de finastan kazanırsın.

Yerel şirketler ve hükümetler ile iş birliği yaparsın teşvik alırsın , tesis kurma ve çalışma kolaylığı yaşarsın. Derdin tasan olmaz , malları bol bol satar  bir köşede paraları sayarsın.


Şimdi başa dönersek son 10 yılda ne oldu da 1 cent’e muhtaç ülkeden milyar dolar borç veren ülke olduk ? 

Hangi yönetim anlayışı ile büyümeyi  başardık ? Büyümeyi biz mi yaptık yoksa üzerimizden para kazanmak isteyen dış güçler , kapitalist sermaye mi?

Soruyorum size ülkeyi kim yönetiyor ? Ülke nereden yönetiliyor?

Türkiye’ye çok büyük katkıları olmuş  sanayinin eski duayeni beyin damarı tıkanıklığı nedeniyle  çok riskli ameliyatı  olmak üzere  Amerika’ya gönderilmek için yola çıkmadan önce Allah’a dua eder.

Rahman ve rahim olan Allah’ım beni  kimseyi kula kulluk etmeyi nasip etme . Beni doğru yoldan ayırma.

Gün gelir kullar, senden de kulluk yapmasını ister.

O nedenle her zaman güçlüden yana olmak doğru sonuç getirmez.

Ne diyelim !!!  Allah bizi de  doğru yoldan ayırmasın , kimseye kulluk yapmayı nasip etmesin.













YA ETİ YE YA DA ET OL




Otomotiv ,beyaz eşya, elektronik sektörü yerli üretim oldu diye gurur duyuyoruz.

Gerçekte  ne kadar yerliyiz?  Bunu çok soran yok.

Tamamı , azı , birazı , çoğu , yüzde şu kadarı , bilmem bu kadarı ...

Bir üretim merkezi kurulurken mutlaka  fizibilite yapılan hesaplar yapılır.

Yıllık üretim planına göre hangi parçaları fabrikada üreteyim ? Hangi parçaları dışardan alayım?

Sonuçta senin üretim adedine bağlı olarak parçaları ya kendin yaparsın ya da yurtiçi ve yurtdışı kaynaklardan temin edersin. Global olarak dünyada işler bu şekilde yürüyor.

Amerika’da, Almanya’da, Fransa’da, Japonya’da  bazı parçaları  mutlaka dışardan temin ediyor.

Bursa’ daki , Kocaeli’ndeki, Kayseri’ deki  yan sanayi üreticilerimiz dünyadaki büyük markalara mal satarak büyüyorlar.

Önemli olan kalitesi yeterli, fiyatı rekabetçi, zamanında teslim yapılan ve sürekliliği olsun.

Sonuçta yüzde yüz yerli diye bir kavram en azından global anlamda yok. İnatla hepsini ben yapacağım diyen marka ve ülkeler var ancak onlar lokal kalmaya mahkum oluyorlar.

Gariptir ki ülkeler arasında yönetim tarzı olarak lokal kalmak isteyenler de oluyor. Dünya ile ilgim olmasın , elimde bir tabak pilav, sırtımda hırka misali yaşamak isteyenlerle de yok değil.

Kuzey Kore ve Küba bu tarzı benimsemekle öğünen ülkeler.  İnsanlarını başkanları ölünce zorla ağlatmaya, yeni başkan seçilince zorla güldürmeye çalışan amatör tiyatro görüntüsünde tatsız, garip,komik  ve arkasında Çin süper gücü olan Kuzey Kore.
Küba ise şeker kamışının yetmediğini anlayınca kapılarını dünyanın çapkınlarına açıveren farklı bir ülke.

Osmanlı ‘nın son dönemi ve cumhuriyet tarihinde hep tam bağımsızlık tartışılmış. Kendi başımıza yeterli olabilmek söylemi  Kaputülasyonlar Osmanlı’yı teslim alana dek hep gündemde olmuş.

Bağımsız Türkiye sloganları cumhuriyet döneminde Atatürk’ün , Deniz Gezmiş’in , Necmettin Erbakan’ın dilinden düşmemiş ancak en başarılısı olan Atatürk bile bir süre sonra uluslararası ilişkiye başlamış.

Dünyada kendi kendine yetebilen yedi sekiz ülkeden biriyiz diyoruz ancak  dün ‘’ Heryere doğal gaz getirdik’’  diye sevinenler bugün  ‘’ doğal gazı olmayan ülkeye nasıl doğal gaz santralları yaptık’’  diye üzülüyorlar.  Doğalgazı, petrolu , daha önemlisi enerji stratejisi olmayan ancak üretimi ve tüketimiyle dışa bağımlı olan bir ülkenin tam bağımsız olabilmesi mümkün müdür?

Gerçek çok açık. Otomobili ne kadar yerli üretebiliyorsak  siyasette de o kadar yerli kalabiliyoruz.

Dünya emperyal, kapitalist sistemle kuşatılmış, Amerika bile bunun dışında değil. Ekonomi ile siyaset birbirinden ayrılmaz kardeş olmuşlar.

Global düşün, lokal uygula sloganı herhalde yirmibirinci yüzyıla en uygun olanı.

O zaman hamaset duygusunu bir tarafa bırakıp karar verelim.

Ayakta kalabilmek , daha güçlü olabilmek için ;

Ya et olalım ya da eti yiyelim.

İÇGÜDÜ




Soğuk kış günlerinde ekonomi olsun diye kaloriferi biraz söndürürsünüz.  

Üşümemek için yorganı üstünüze çekersiniz  bu sefer de ayaklarınızın  dışarda kalma ihtimali vardır. İşte o zaman ayaklarınızı içeri çekme ihtiyacı olur. Ayaklarınızı karnınıza doğru çekersiniz sonra gel keyfim gel .

Vucudunuz ısınır sonra rahat bir uyku.

Yaz sıcağı ve nemin olanca hızıyla sürdüğü son günlerde böyle ılık bir duygu yaşamak güzel olsa gerek. Ayaklarımızı vucudumuza doğru çekmek bir içgüsel yaklaşım olsa gerek.  

Biraz ters duyguyu termal havuzlarda yaşıyoruz.

Bilindiği üzere Türkiye deprem ülkesi. Mağma tabakasının sıcaklığı , zayıf katmanlar ve çatlaklardan sızarak yeryüzüne daha yakın su havuzlarını ısıtır.

Isınan sular topraktaki mineralleri bünyesine alarak  çatlaklar üzerinden yeryüzüne çıkar.

Türkiye çatlakları bol olması nedeniyle termali de çoktur, depremi de.

Düşünün karlı bir kış gecesi canınız termal havuza girmek istedi. Dışarda kar var, havuzda sıcak su.

Oh ne güzel !!!

Sıcak iliklerinize kadar işler ancak bu sefer başınız dışarda kalır. Vucut sıcak , başınız soğuk .
İşte o an eliniz bir anda başınıza gider ve saçınızı, başınızı oğuşturmaya başlarsınız. Bunu yaparken farkında olmazsınız. İşlem otomatik olur yani yorganın görevini bu sefer eliniz almıştır. Hoş bir duygudur ve içgüdüsel bir harekettir.

Birde içgüdüsel olmayan , kendi insiyatifinizle hareket ettiğiniz zamanlar vardır.

Kadın taksiye biner ve hava alanına gitmek istediğini söyler.
Sağ şeritte yol alırken siyah bir araba park ettiği yerden aniden yola, önlerine çıkar.
Şoför çarpmamak için sert şekilde frene basar.
Taksi kayar  ama diğer arabaya çarpmaktan kıl payı farkla kurtulur.
Siyah arabanın sürücüsü camdan başını çıkarıp bağırmaya ve küfretmeye başlar.
Taksi şoförü ise gayet sakin ona gülümser ve içten bir şekilde el sallar.

Kadın bütün bu olanların şokunu yaşarken, taksi şoförünün tavrına daha da şaşırır.
Merak ederek sorar  “Neden böyle davrandınız? Adam neredeyse arabanızı mahvedip ikimizi de hastanelik edecekti.”
Taksi şoförü gülümsemeye devam ederek “Çöp Kamyonu Kanunu” der.
Kadın “Çöp Kamyonu Kanunu?” diye sorar çünkü ne demek istendiğini anlamamıştır.

Şoför açıklar "Pek çok insan, çöp kamyonu gibidir.’’

İnsanlar içi çöp dolu torbalar gibi dolaşıyorlar. Kızgınlığı, öfkeyi ve hayal kırıklığını içlerinde biriktiriyorlar.
Doldukça çöpleri bırakacak bir yere ihtiyaç duyuyorlar. Bu bazen ben, bazen de siz olabilirsiniz.

Kişisel almayın. Sadece gülümseyin.

Onlar için iyi şeyler temenni edin ve yolunuza devam edin.

Onların çöpünü alıp işyerinize, evinize veya sokaktaki diğer insanlara dağıtmayın.

Başarılı insanlar, çöp kamyonlarının günlerini mahvetmesine ve ellerine geçirmesine izin vermezler.

Hayat sabahları pişmanlıklarla uyanmak için çok kısa, dolayısıyla "size iyi davranan insanları sevin, iyi davranmayanlar için iyi temennilerde bulunun."

Bunu yapabilmek elinizde. Eğer isterseniz.

Bu güzel bayram gününde tüm olumsuzlukları gündeminizden çıkartmanızı dilerim.