23 Haziran 2011 Perşembe

BARON de LESTAC




Çok sevgili arkadaşım Engin çocukluktan bugüne müthiş bir Jazz düşkünüdür. Ünlü piyanist  Dave Grusin ve gitarist Lee Ritenour hayranıdır.
Müzisyenlerin İstanbul’a geleceğini öğrenince ilk işi benim içinde rezervasyon yaptırmak olmuş. Benimde bu davete katılmamak gibi bir seçeneğim olamazdı.
İngiltere’nin Bristol şehrindeki  Old Duke isimli Jazz Bar tüm dünyadaki müzikseverlerin buluştuğu yerdir . Müzisyenler hem Avrupa’dan hem de New Orleans , Memphis gibi Amerika’da Jazz’ın yoğun yapıldığı yerlerden müzik yapmaya bu ünlü bara gelirlerdi.
Yurtdışında bulunduğum yıllarda bu fırsatı çok iyi değerlendirerek Old Duke’ deki müzik ziyafetlerine katılmış ve Jazz sever olmuştum. O gece hem bu güzel anları birkez daha yaşayacak hemde doğduğum yer olan Ortaköy’ü uzun bir aradan sonra görecektim.
Yakın zamanda gittiğim Mardin’i içime sindiremediğim gibi Ortaköy’ü de beğenmedim.
Her tarafı inşaat , moloz , kirlilik , dükkanına müşteri çekmek isteyen çığırtkanlar kaplamış.  Aslında değer vermemiz gerekenlere az değer veriyor bazen de duygularımızı abartıyoruz.
Eğer Ortaköy boğazın pırlantası ise   daha güzel işlenmeli. Yoksa deniz boğazın her tarafında var. O zaman bir Ortaköy’lü olarak soruyorum  nedir Ortaköy’ü bu kadar popüler yapan ? Gençlik yıllarımızda artist görmek için Beyoğlu Çiçek Bar’a giderdik şimdi artistler görünmek için Ortaköy’e geliyorlar. Acaba sinema sanatçılığı mı ayağa düştü yoksa artistler halka mı iniyorlar ?
Yorum size düşüyor.
Aslında zengini , fakiri , yabancısı, sosyetesiyle ilginç bir mozaik olmuş.

Benim gördüğüm son 30 yıla damga vuran belediye başkanları  Ayfer Atay , Yusuf Namoğlu ,İsmail Ünal’ın Ortaköy’le ilgili gayretleri yeterli olmamış . İnanın yaklaşık yarım asır önce Ortaköy daha yaşanır bir yerdi. Yaşım ortaya çıkmasın diye yaklaşık dedim ,en azından ben o güzellikleri yaşadım.
Çocukluğumdan beri Ahmet Özhan hayranıyım onun müziği ,yorumu , havası beni nasıl etkiliyorsa sevgili arkadaşım Engin’in bu Amerikalı Jazz grubuna olan hayranlığı onu da  ilginç bir şekilde etkiliyor, gözleri heyecandan ışıl ışıl çakıyordu.
Rezervasyon yaptığımız kulübe gittik ve  Baron de Lestac   şarabı açtırdık. Keyfimize diyecek yoktu. Konser başlamış, başta Engin olmak üzere müşteriler bu güzel gecenin tadını çıkartıyorlardı. Müşterilerin alkışları müzisyenlere olan sevgi ,saygı ve hayranlıklarını ifade ediyordu.
Kolay değil , 75-80 yaşındaki bu insanların yaydıkları enerji inanılır gibi değildi. En gençleri dünyaca ünlü  Sonny Emory bateriyi bir başka çalıyordu.
Benim kulaklarım nefesli sazlarla yapılan Jazz’ı dinlemeye alışkın. Grubun yaptığı Smooth Jazz türü olduğu için biraz farklı geldi ancak çok beğendim. Bir başka icra yapıyorlar sanki ...
İnsanların yaptıkları güzel işler bir türlü unutulmuyor sanırım bu konseri uzun yıllar unutmayacağım.
Daima hatırlayacağım güzelliklerden biri de Engin’in yazı ve şiirleridir. Hergün inanılmaz şiirler yazar, bizde bıkıp usanmadan hayranlıkla okuruz. Bence ülkenin önemli şairlerindendir. Başkalarını bilemiyorum ancak Engin’nin şiirleri hayatıma lezzet katıyor.
Liseye ilk başladığımız yıllarda edebiyat öğretmenimiz Çiğdem hanım yaz tatilinden dönen öğrencilerine tasvir ödevi vermişti . Engin’in yazısı hem beni hem de sınıftaki arkadaşlarımızı oldukça etkilemişti. O yazmaktan , bizde dinlemekten zevk almıştık ancak bu satırları yazanın yüreğindeki  cevheri de keşfetmiştik.
Yazıyı bizim için tekrar yazmasını kendisinden rica ettim. Kırk yıl sonra tekrar kağıda dökmek zor olacaktı ama benide kırmadı.
Sizi büyük bir kıvançla arkadaşım Engin Ceyhan’ın nesir ve  şiiri örnekleri ile  tanıştırmak istiyorum ..
İşte Engin Ceyhan .... İşte bir ergenin yaz macerası.....

Güzel Aşk,
Aslında, kapıda beklerdi ayak seslerimi işittiğinde bahçeden. Aşk bu, anlatılması kolay olsaydı keşke.
Eylül ayı idi onunla ilk karşılaşmamız. Yağmur yağıyordu o gün, ilk onun hafif üşümüş ve kollarını kavuşturmuş olarak gördüm. Kimbilir ne zamandır bu okuldaydı ve ben farketmemişim diye üzüldüm de açıkçası.
Çok açık renkli değildi saçları saman sarısı gibi, hani güneşin tan vaktinden sonra ki bir sarı rengi vardır ya, kızıldan açılmaya başlamış, öyleydi işte.
Yaklaşmak istedim önce, hemen dikleşiverdi kollarını yana alıp. Sessizce yürüdük birlikte merdivenlerine kadar okulun. Gözleri öylesine güzeldi ki. İri ve sarı renk yoğun, ela idiler. Bir atmacanın gözleri kadar güzel, sanki ormanların üzerinde uçarken,  ağaçların yeşilliği yansımaktaydı ışıl ışıl içinden. Kendimi uçsuz bucaksız bir dünyanın içinde buluverdim o ilk gözlerimizin birbirine  değdiği an.
Öylesine kaybolmuştum ki o an, şimdi ne hissettiğimi bile yazamam.  Aşk bu dedim kendime. İlk gördüğümde, ilk aşkı yaşadığımı kavramıştım.
Sonra, okul çıkışında, beni bekliyordu ve yine beraberdik.  Yavaş adımlar ile hiç konuşmadan tozdan körleşmiş sokak lambaların aytınlattığı sokaktan, eve doğru yürüdük.  Sözleşmiş gibiydik sanki.  Nereye gidiyoruz demedi. Sadece bakışıyorduk ve iletebiliyorduk içimizdeki müthiş coşkulu duyguyu.
O gece huzurluyduk. Ben odamda ki yatağımda sırt üstü gözlerimi karanlık tavanın aynasında görüyordum, geniş kırlarda koşuşturuyorduk birlikte.
Uyuya kalmışım.
Uyandığımda salondaki koltuğun üzerinde uyurken buldum. Öylesine huzurlu bir ifadesi vardı ki, dedim evet biz iyi bir şey yaptık.
Mutluyduk.
Uyandı,
Sessizce parmaklarının üzerinde yürüdü, mutfakda birlikte yemeğimizi yedik. Okula gitmem gerekiyordu ve ona baktım, o ise gelmek istemiyordu, sormadan anlamıştım. İlk o zaman ona dokundum ve yüzünü sevdim, hafifçe bonunu eğip, ellerimin içine  bırakıverdi yanaklarını , gözlerini kısıp, ince bir ses ile şarkılar söyledi.
İşte böyle tanışmamız ve birlikte yaşamımız.
Uzun zamandır birlikteyiz.
Derinlemesine bir sevginin tam göbeğindeyiz şimdi.
Dedim ya eve dönerken bir tek gün bile aksatmadan beni tüm sevecenliği ile karşılardı.  Akşam yemeğimizi yedikten sonra dip dibe oturur, konuşurduk, şarkılar söyler, oynardık. Sarılırdık, yüz yıl ayrı kalmış bir annenin yıllar sonra kavuştuğu çocuğuna sarılır gibi sevecen,  sarmaşıkların bir ağaç gövdesini kavradığı gibi sımsıkı.
Koyun koyuna yatardık geceleri, korkardık ayrı kalmaktan, ebedi. Başını, boynumun altına sığdırarak uyurdu, onu hiç incitmeden okşardım. Öylesine severdi ki sevilmeyi hep daha çoğunu isterdi. Çok mu yalnızdı eskiden diye düşünür ve bu kadar güzellikte olduğu halde nasıl ve kim onu yalnız bırakabildi diye düşünürdüm.  Ama hiç bu soruyu sormadım.  Bazen sorular bulutların tekrar gökyüzünü karartması gibi içini karartabilir  ve üzebilirdi.
Büyük bir aşktı bu bizimki.  Tesadüfen ve aniden yağmurlu bir Eylül günü başlayan.  Bitmesi korkutan.
O gün, kapıyı açtım. İlk kez karşılamamıştı beni.  İlk kez sarılamamıştık hasretle.  Kalbim korku ile çırpınmaya başladı, yaralı bir serçenin kalbi gibi hızlı ve telaşeli.  Sessizce geldi ve sessizce gitmiş olabileceğini düşündüm ürkerek.
Ayaklarımın uçunda sessiz ama hızlıca yürüyerek odamın kapısını usulca ittim,  yatağımda sere serpe yatarken gördüğüm an,  çağladı içimde ki sevgi, koştum uyandırdım, sarıldım, sarıldım.
Ve,
Bağırdım, seni çok seviyorum benim güzel minik  kedim ..
                                                                               Engin Ceyhan


Bu güzel şiirler  daima kendisini hatırlamamız için.

 İkiz kiraz,
 Varsın, olsun,
İkiz kiraz değiliz ya,
bir ağacın dalında.

Seni belki bir serçe sever,
Beni belki bir güvercin.

Kim bilir ki, sevgiyle olgunlaştığımızı.
Görünce birbirimizi kırmızılaştığımızı.

Varsın olsun bu aşk, 


bir taş, bir çivi

Sümerli olsaydımda
bir çivi ve bir taşla
yazsaydım, şiirlerimi bir
taştan tablete,

kazısaydım rüzgarımı
kışımı, baharımı,
sevgimi, aşkımı,
vura, vura
 çiviye,
 derin derin
anlatsaydım.

Keşke bir Sümer'li
Olsaydım.
şiirimle,
kıvanç duysaydım
binlerce yıl sonra.
keşke,

Kim
Deliliğin kendineyse,
Gökyüzüne bakıp uçurduklarını kim yakalayabilir ?
Koştuğun topraklarda sınırlarını kim çizebilir ?
Gökyüzü ve yeryüzü arasında gidiş gelişlerinin sayısını kim tutabilir ?
Ve kim senden daha güzel sövebilir sevdiğin hayata ? 
    
                                             Engin Ceyhan

Bu aralar vakit çok değerli .  Zamanınızı aldığımıza değdi mi?

10 Haziran 2011 Cuma

BU MUDUR ? BUDUR




Bazı  arkadaşlarım  merak etmişler  yazılarda yaşananları mı  yoksa hayallerini mi anlatıyorsun ?

Yazılarımda özellikle dikkat ettiğim konular ;

  • Mumkün olduğunca anlaşılabilir olmak.
  • Okuyucunun kendisinden birşeyler bulmasını sağlamak.
  • Hem gerçeği hem hayali yazmak ve  bunu okuyucunun  kendisine yorumlatmak.
  • Mutlaka bir mesaj vermek.

Seyahat edenler çok  iyi  bilirler. Adapazarı – Bozüyük arası  önceleri  yolların bozuk, dar, virajlı olması nedeniyle son derece zor bir etapdı.  İstanbul – Antalya  güzergahı düşünülerek öncelikli olarak bu yolun duble olarak yapılması   planlamaya alındı  ve yolun yapımı uzun yıllar   sürdü.

Yol yapım çalışmaları sırasında  yapılan  proje hazırlıkları , patlatılan  dinamitler ,  hafriyat çalışmaları , emniyet tedbirleri nedeniyle  insanlar yollarda saatlerce  beklediler ama şikayet etmediler.  Sefa gelecekti bu kadar  da cefa olsun dediler .  Sonunda yaklaşık 1,5 yıl önce bu yol  büyük reklamlarla hizmete açıldı.  Gerçekten hem zaman kısalmış  hemde yol emniyeti artmıştı işte konfor buydu işte hizmet buydu.    
                
Vatandaş memnun , hükümet memnun , taşeron kazançlı , katma değerde yaratılmış daha ne olsun. Övünç kaynağı.

Birkaç kez bu yolu kullandım hoşuma da gitti . Geçenlerde  bir iş için Eskişehir’e giderken gene  bu yolu kullanmak istedim. Giderken yolda  fazla miktarda yol yapımı , göçme , yolun bozulması , köprü yapımı olduğunu görünce çok üzüldüm. Geri dönüşte yolun istatisliğini çıkartayım diyerek kaleme kağıda sarıldım.

Bozüyük’te kilometre sıfırlayıcısına bastım. Bazı değerleri sizinle paylaşmak istiyorum.

·         Yolun 2,3 .  kilometresi  çalışma uzunluğu 1,3 km köprü onarımı
·         Yolun 4 .     kilometresi     çalışma uzunluğu 1,1 km köprü onarımı
·         Yolun 10,4 . kilometresi çalışma uzunluğu 0,6 km teraslama çalışması
·         Yolun 11,4 . kilometresi çalışma uzunluğu 4,2 km yol çalışması
·         Yolun 20,2 . kilometresi  çalışma uzunluğu 2,3 km yol onarımı ........

Daha fazla detay vermeye gerek yok bu şekilde uzayıp gidiyor. Bozüyük – Adapazarı arasındaki yeni yapılan yolun uzunluğu  131 kilometre ve  tam 12 yerde çalışma yapılıyor. Toplam çalışma uzunluğu 18,1 km yani yapılanın % 13,82 si. Yapılalı sadece  1,5 yıl olmuş.  Şimdi kime kabahat bulalım ?

  • Fizibilite ve projeyi doğru yapmayanlara mı ?
  • Yapılan işi yeterince konrol etmeyenlere mi ?
  • İsmini ,markasını  lekeleyen büyük taahüt firmaları , taşaronları mı ?
  • Bu kadar kalitesiz teknik personel yetiştiren eğitim sistemimize mi ?
  • Bir çarkın olduğu ve bu çark içinde şerefi , vicdanı unufak olanlara mı ?
  • Harcamalar  benim vergilerimden geliyor siz  nasıl olurda bu şekilde harcarsınız diye sormayanlara mı?


Aynı yolu zaman zaman üstten kesen bir de hızlı tren projemiz var. Viyadükler , tabliyelerin inşaatı  hızlı bir şekilde ilerliyor.  Afişler  bugünden hazırlanmış yoldan geçenlerin görmesi için.

Hızlı tren buradan geçiyor !!!

Ya hızlı tren işi de,
   
  • Aynı veya benzer kurumlar tarafından projelendirip , kontrol ediliyorsa !!!
  • Aynı veya benzer firmalar  taahüt işini yapıyorsa !!!
  • Çark aynı veya benzer şekilde işliyorsa !!!    işte o zaman yanarız.


Vergi olarak ödediğimiz  paraya değil  kaybedeceğimiz hayatlara yanarız.


BU MUDUR ?

HAYATTAN ANLADIĞIMIZ BU MUDUR ?

HAYALLERİMİZ BU MUDUR ?


Budur diyorsanız ......  sizin bileceğiniz iş.

Giresun’daki kazada ,

  • Şoför yorgundu, uykusuzdu.
  • Araç aşırı hızlıydı.
  • Karayolları yönlendirme tabelaları yanlış yere  yerleştirilmişti.
  • Motorin  yerine yağ kullanılmıştı  demenin  bir yararı olur mu?  Ölen öldü ocaklar söndü.

Sistem aynı kaldıkça bu olasılıklar her zaman olacaktır.

Uçak düşünce sivil havacılık kurumları  karakutuyu bulur kaza nedenini araştırır  bir daha tekrarlanmaması için tedbir almaya çalışırlar. Acaba nedeni uçak düşünce canların  toptan  gitmesimi dir?  Karayolundaki kazalarda ise canlar  parakende olarak gidiyor. Son kazalarda görüyoruz ki artık karayolunda da  toptana dönülüyor.

İkinci Dünya Savaşını anlatan filmlerden aklımda kalmış.  Alman uçakları  İngiltere’deki hava üslerini bombalamak için havalanırlar. İngilizler bu durumu önceden tahmin edip önlemini alırlar. Uçakları koruganda saklarlar yerlerine  uçak maketlerini yerleştirirler. Kanat yerine branda, gövde yerine tahta kullanılırlar ve bu yanıltmaca  amacına ulaşır.  Almanlar  yerdeki uçakları bombalarlar ancak  uçak zannettikleri aldatmaca malzemeleridir. Gerçeği öğrendiklerinde savaş bitmiştir.

Çocukluk yıllarımdaki bayramları hatırlarım.  Sokak başına lunapark , panayır türü ufak eğlence yeri kurulurdu. Bazı uyanıklar benim gibi çocukları kandırmak için her türlü imkanı kullanırlardı. Örneğin üzeri yeşil örtü ile kaplı  büyük bir tahta kutu ve üzerine açılmış  ufak bir delik. İçinde köpekbalığı var, 25 kuruş ver delikten bak, balığı gör diyerek yapılan kandırmaca. Bende bu tezgaha düştüm nereden bileyim ufacık çocuğum. Parayı verdim , delikten baktım ne göreyim?  Simsiyah karanlık . O tarihten sonra başka kazıklar yemiş olabilirim ancak  hiçbir zaman delikten karanlığa bakmadım yani aynı kazığı yemedim.


Aynı kazığı yemedim ancak benzeri olasılık mıdır ?

  • Yıllardır vergi veriyorum ama benim paramla  yaptıkları yol bu.
  • Vergimi düzenli ödüyorum ancak  zamanında ödeyeni  cezalandırıp ödemeyeyeni ödüllendiriyorlar.Torba yasasından milyonlarca kişi yararlandı. Güzel bir ülkeyiz.
  • Bir ev satın alabilmek için hayatımızın en güzel günlerini borç ödemekle harcayıp cefa çekiyoruz. Hazine arazisine gecekondu yapanlara  araziyi 5 yıl ödemeli düşük fiyata satıyorlar veya kentsel dönüşümle mülk sahibi yapıyorlar.  Nerede sosyal adalet ? Sosyal adalet ilkeleri  ileri hiç bir ülkede böyle çalışmaz.

İleri ülkelerde de fakir vardır , evsiz vardır ama sosyal uygulamaların tarifi değişiktir.

Milli gelir arttı deniliyor !!!  Ben de inanıyorum giderek artıyor. Ancak toplam gelirde piramitin tepesinde yer alan az sayıda kişinin  gelirini çok arttırırsan geride kalan çoğunluk açlığa talim eder ve sadaka edebiyatı başlar. Zengini daha zengin fakiri daha fakir yapan bir sistemin mutluluk getirmeyeceği açıktır.

Sistem birilerini mutlu ediyor !!! Fakirlik  edebiyatına  muhatap  bu kitleleri politik sömürü aracı olarak kullananları.

Yolculuk sırasında yolda yaşadığım kesintiler butün zevkimi mahvetti diyebilirim. Bu nedenle biraz sıkıcı konulara girdim kusura bakmayın. Aynı şekilde ;

  • Şirketlerin iyi yönetilmemesi nedeniyle  kesintiye uğrayan ticaret ,
  • İnsan kalitesi ve sistem eksikliği nedeniyle kesintiye uğrayan hizmet ,
  • İhtilaller nedeniyle kesintiye uğrayan demokrasi aynı şekilde  yaşama zevkimi mahvediyor .

Şimdi arkadaşlar lütfen aynı soruyu birkez daha sorsunlar.

Yazılarda yaşadıklarını mı anlatıyorsun yoksa hayallerini mi?

4 Haziran 2011 Cumartesi

KURMAY HARİTALARINDA DAĞLAR SESSİZDİR





Terörist sessizdir,

CIA , FBI, MİT ajanları, polis memurları periyodik çalışmalarında bir eve baskın yaparlar, üzerlerinde çelik yelek ellerinde silah.  Odalara girmek için gergin ve dikkatli şekilde vucutlarını öne eğerler ve muhtemel gelecek tehlikeye karşı pozisyon alırlar. Eğer çok kısa sürede hedefi görürlerse imha ederler aksi durumda  hedef onları imha eder . Haberlerde ve  filmlerde hep böyle seyrettik.

Genel olarak  bilinmeyen, görülmeyen  bilinene ve görünene karşı çok daha tehlikeli. Bu nedenle iyi adamlar görünmeyeni görmek, açığa çıkartmak, imha etmek , etkisiz hale getirmek belkide kendi tarafına  almak için özel olarak eğitilirler.

Başarılı olurlarsa güçlenerek yaşarlar başaramazlarsa ölürler.


Aile sessizdir,

Çoğumuz huzuru ailede ararız. Bizler mutlu olduğumuzu zannederiz ancak sessiz düşmanı karşımızda bulma ihtimali yüksektir.

Çocukların ergenlikleri, maddi yetersizlikler, kadının menapoza  erkeğin antropoza girmeleri , alkol ihtiyacının artması, çocukların kişiselleşme ihtiyacını bilgisayarda araması, evin her odasının fertlerin özel faaliyetlerine ayrılması ve evin otele dönüşmesi.

Örnekleri arttırmak mümkün birçok neden birgün sessizliğin patlaması olarak kapınızı çalar ve aile huzuru , aile bağımlılığı hakim karşısında sona erer. Sonra mutsuz fertler , istikbale umutlu bakamayan çocuklar.

Ailede iletişimi doğru yaparsanız torunlarınızı ayağınızda sallayarak uyutma şansını yakalarsınız.


Seçmen sessizdir,

Son yıllarda çok açık görüyoruz.Seçim sonucuna en etkili kesim sessizler,kararsızlar.

Güçlüler kendisini dev aynasında görür, kendinize güveni oluşur ancak esen rüzgarlar tarlada buğday başağını  salladığı gibi sessiz seçmenin kararını değiştirir ve biranda kendinizi hiçde düşünmediğiniz yerde bulursunuz.

Partilerin hedefi bağımlı seçmen yaratmak kadar sessiz seçmenide yanına alabilmek olmalıdır.


Müşteri sessizdir,

Firmalarca üretilip satılan birçok sanayi ürünü birbirinin çok benzeri oldu .Müşteriler  bütçelerine göre marka belirleyip televizyon, araba, buzdolabı alıyorlar .

Ürünler  insanlar tarafından yapıldığı için zaman zaman sorunlar olabiliyor. Müşterilerde anlayışla karşılayabiliyorlar burada belirleyici olan eğer gerek ürün satışında gerekse sorun oluştuğunda  müşteriye o sıcak  ilişkiyi yansıtmanız , güvenini ve profesyonel iş yapmayı hissettirmeniz, hızlı olmanız veya varsa sorunu çözmenizdir. Bunu başaramazsanız  işte o zaman yandınız .

Aslında  başka tehlike var. Sesini , sorununu , ihtiyacını duyuramayan sessizler grubu. Bu grup büyük bir olasılıkla yeniden aynı marka  ürünü almaktan vazgeçiyorlar.

Şirketlerin faaliyet nedeni kar etmek , kar içinde müşteri gerektiğine göre stratejiyi belirleyip bu sessizleri ortaya çıkartmak ve aksiyon alarak sorunları çözmek gerekir. Ne yaparsanız yapın müşteriyi yalnız bırakmayın ne yaparsanız yapın müşteriyi memnun hale getirin.

Son yıllarda popüler olan müşteri takibi,  müşteri ilişkileri,  CRM  uygulamaların altında sessiz müşterinin sesini proaktif yaklaşımla duymak yatar.


Çalışan sessizdir,

Çalışanlarınızla düzenli ve güzel bir işbirliği yaptığınızı düşünürsünüz. Size göre ufak tefek aksaklıklar haricinde sorun  yoktur.  Herşeyi kendiniz yapamayacağınıza göre çalışanlarınıza yetki vermişsinizdir.

Bir sabah kapınız çalınır o beğendiğiniz çalışanınız ayrılmak istemektedir. Sizin bilmediğiniz birşey vardır. Çalışanınız  bir sabah uyanmış  ve   ‘’ Hayat  pencerenin dışındadır’’ kararı almıştır.

Ayrılmak isteğinin altında sizden çok daha iyi imkanlar sunan rakipler , maddi nedenler , önemsenmemek ,  çalışma şartları ,  arkadaşları ile anlaşamamak , ilerleyememek vs vardır. Bazende çok önemli nedene de gerek yoktur öğle yemeklerinin kötülüğü , serviste klima olmaması bile ayrılma nedeni olabilir. Benimde böyle bir hikayem var uzun yıllar önce çalıştığım fabrikada pilavı plastik çamaşır kovası ile servis yapmaları  ayrılmam için önemli neden olmuştu.

Süreklilik sorunu şirketleri bir tehlike olarak bekliyor. Esas olan çalışanlarınızı  çok iyi şekilde test ederek işe almak , işe aldıktan sonrada çalışanlara kardan pay vermektir yani çalışanları şirkete ortak yapmaktır. Ortak hedef ortak bilinç yaratarak şirketlerin büyümesine ve sürekli olmasına katkı sağlamaktır. Bu konsept dünyadaki bazı ülkelerde uygulamaya başlandı bize gelmesi çok uzun sürmez.


Kurmay haritalarında dağlar sessizdir. Kurmayların  savaş veya savaşa hazırlık döneminde harita üzerinde yaptıkları çalışma ancak planlamada kalır.  Hangi dağın tepesinden ateş açılacağı, hangi çalının arkasından düşman çıkacağı  bilemezler. Belki zayıf olasılıkla tahmin ederler ancak bu yeterli değildir.  Bu nedenle düşmanı imha etmek savaşcı birliklere kalır. Yani hiçbir şey uzaktan görüldüğü veya duyulduğu gibi değildir.

Güzel bir sözümüz var ‘’ Davulun sesi uzaktan hoş gelir ‘’ ses uzaktan hoş gelir ama davulcu yanınıza yaklaştıkça o ses çok rahatsız eder. Ya bahşiş verip davulcuyu susturur yada o yerden acil uzaklaşırsınız. Seçim size kalmış hangisini tercih ederseniz.

Genel yorum yaparsak gelecek tepkiyi önceden belirleyip önlem almak,  sessizlik dezavantajını avantaj haline getirmek esas hüneri teşkil edecektir.



Rahmetli şair ne güzel yazmış;

Ben sana mecburum bilemezsin,
Ben sana mecburum ama sen yoksun,

                                       Attila İlhan


Ancak en acısı nedir bilirmisiniz ? 

BEN NE KADINLAR SEVDİM ZATEN YOKTULAR ....

                                      Attila İlhan

1 Haziran 2011 Çarşamba

IŞIL IŞIL PARLAYANLAR



‘’ Size 100.000 $ versem bunu bir günde nasıl harcarsınız ? ’’ Genel müdürümün işe girerken sorduğu tek soruydu. Verdiğim cevap işi almama neden olmuştu. ‘’ Sosyal ilişkilerimi geliştirecek bir tenis kulübüne  üye olmak için kullanırım ‘’. O yıllarda bu tür kulüpler hem çok az hemde üye olmak oldukça pahalıydı. Genel müdürüm başka soru sorma ihtiyacı duymadı ve hemen işe aldı. Gerçekten  parayı kazanmak kadar parayı harcayabilmekde önemlidir. İnsan kalitesi, kültür , görgü, çevre, kısaca altyapı  ister.

Cevapları araba alırım, ev alırım diyen adayları bende çok fazla ciddiye almam. Vizyonları yoktur, çevreleri yoktur, hayalleri yoktur, iş yapma kabiliyetleri düşüktür.  Yapılan işlerin, harcanan paranın mutlaka bir katma değeri olmalıdır.

Yapılan ufak bir davranış değişikliği  bile çok farklı dünyalar yaratır.

Eski bir genel müdürümüze  yaptığımız yılsonu sunuşlarını hatırlıyorum. Bizler yılın sonuçlarını başarılı gösterebilmek için hazırlıklarımızı yapar ve  kendimize ayrılan 30 dakika içinde sunmaya çalışırdık. Yine bu tür toplantıların birinde pazarlama ve satıştan sorumlu Amerika’lı üst düzey yönetici ayağına giydiği Teksas çizmeleri, pantalonuna taktığı geniş yuvarlak kovboy  kemeri ve kendine özgü hareketleri ile kürsüye çıktı. Bir tek slayt gösterdi ve indi . Şaşırmıştık ama tek slaytlık sunuşta şu bilgiyi vermişti.     ‘’ Araç satışı ve pazar payını önemli miktarda arttırdım’’ aslında bu bilgi tam anlamıyla bizi tatmin etmişti. Pazarlamadan sorumlu kişinin en önemli konusu bu değilmidir ? O günlerde müşteri memnuniyeti , marka değeri yaratma kavramları henüz tam anlaşılmamıştı. Üst yönetici üzerine düşen görevi başarı ile yapmış ve bunu çok net anlatmıştı , bu farklı bir yaklaşımdı .  Kendisini büyük bir saygı birazda kıskançlık ile izledik. Bizde o kadar çalışıp kendimizi yeteri kadar ifade edemediğimize yandık.

Bu karizma değilmidir ?

Bir başka genel müdürüm henüz emekleyen bayi teşkilatını  ‘’ Gideceği limanı bilmeyen kaptana esen rüzgarın yararı yoktur’’ sözüyle  işleyerek  ileri yıllara taşımıştı. Bu günlerde buna yol haritası diyorlar.

Bu karizma değilmidir ?

İsmi oldukça bilinen bir genel müdür göreve atandığında ilk iş olarak  bayi toplantısı düzenler. Bayilerin yeni yöneticiden umudu vardır ama henüz marka tam oturmamış, beklentiler o güne kadar  cevap bulmamıştır.  Bayiler sıkıntılıdır , toplantının yapılacağı otele gider ve  salona girerler. Ufacık , havasız, bakımsız  bir salon , kötü bir ses tesisatı, rezalet çay servisi. Bayiler tıkış tıkış otururlar bir anda memnuniyetsizlik tavan yapar.Fısıltılar başlar ‘’Bunun da farkı yokmuş!!! Beceriksizin biri gitti diğeri geldi ‘’.

Yeni genel müdür kürsüye çıkar ve konuşmaya başlar  ‘’ Ben  tıpkı şimdi olduğu gibi sizin ne kadar sıkıntıda olduğunuzu biliyorum. Ben size sıkıntıyı değil bolluğun, bereketin, kazancın,  memnuniyetin sözünü veriyorum. Ben size yeni bir dünyanın sözünü veriyorum. Sizlere düşler ülkesinin sözünü veriyorum’’  bayiler şaşkındır ama şaşkınlıkları birazdan daha fazla  artar . Bulundukları ufak salonunun  paravanı açılır bir anda yandaki  yeni bir  salona girilir. Geniş , ferah , bakımlı , çayı kahvesi meyvesi mükemmel, özel olarak hazırlanmış ve süslenmiş bu yeni salona.

Tabiki bu bayilerin yaşayacakları değişimin mesajını ve müjdesini vermektedir. Artık farklılık , değişim yaşanacak ve değişimde kendilerine fayda sağlayacaktır .  Umutlanır ve sevinirler biraz önce yeni genel müdür için kötü düşünceleri olan kişiler şimdi ‘’ Bu başka bir adam bize çok katkısı olacak’’ demeye başlarlar. Özünde insanlara ümit verilmiştir , inanç verilmiştir. Umut insanın ekmeği ye babam ye.

Bu karizma değilmidir ?


Işıl Işıl Parlayan  bu karizmatik insarlar her yerde farkedilirler ve saygı görürler. Kendilerine, yakın çevresine, ülkesine ve dünyaya faydaları dokunur.

Ancak karizmatik insanların kötü bir huyu vardır. Vizyonları vardır , yaratıcılardır, yönlendiricidirler , iyi konuşurlar ancak konuştuklarını bazen yapmazlar. Zaten bir de yapanı bulursanız onu hiç kaybetmemek gerekir.

Başarı için bu insanlara yardımcı olmak önemlidir. Zaten ‘’ Başarıya giden yol müşterilerden değil müşteriye hizmet veren elemanların ve teşkilatın  iyi yönlendirilmesinden geçer. Okan Yasan’’   Yönlendirme içinse donanımlı insana ihtiyaç vardır. Donanımlı insan yaratılmasında en önemli konunun eğitim olduğu bilinmektedir.

Unutulmamalıdır ki en etkili diagnostik cihazı eğitilmiş insandır. İnsanlarımıza verdiğimiz değer birgün bize yol – su - elektrik olarak dönecektir.


Karizma sahibi insanlar toplumları nasıl etkiliyorlarsa, vizyonu ,yaratıcılığı, katma değeri olan ülkelerin dünyayı etkilemesi doğaldır.


Şimdi artık  karizmatik ülke olma zamanı...

Şimdi artık en büyük ülke olma zamanı...



Muhtaç  olduğumuz  kudret  damarlarımızdaki  asil  kanda  mevcuttur.

                                                                                 Mustafa Kemal Atatürk