29 Ekim 2011 Cumartesi

88. YIL ANISINA



Cumhuriyetimizin 88. yılı nedeniyle '' O GÖZLER '' isimli yazımı tekrarlamak istiyorum.



Geçenlerde bir konuyu görüşmek için arkadaşlarımın odasına gittim. Cam kenarındaki koltuğa oturdum tam konuşmaya başlayacaktım ancak bir türlü konuya giremedim. Sanki bir çift göz beni takip ediyordu. Biliyorum çok garip ama garip olduğu kadar da etkileyici. 
Evet o gözler duvarda asılı olan resimdeki  Atatürk’e aitti. Aslında benim odamda da benzer resmi var,defalarca ona bakmıştım ama hiç bu kadar etkilenmemiştim.
Biz o gözleri , yüzü görüyorduk ancak  büyük Atatürk beni  yüzümle değil fikirlerimle hatırlayın demişti defalarca. Fikirlerdi kalıcı olan.

Atatürk yeni Türkiye’nin  vizyonunu ‘’Muasır medeniyetler seviyesine erişmek ‘’ olarak koyduğunda belki o günler için  hayaldi ama vizyonun bir tarifide  hayalin resminin çizilmesi  değilmidir ? Evet oTürk milletine güvenmişti.

Günümüz gençliğine yabancı gelebilir diye muasır’ın anlamına sözlükten  baktım, çağdaş yazıyor. Bu arada kelimenin doğrusu muasır biz bilmeden senelerce muassır,muassir diye kullanmışız. Çağdaşın anlamını da müreffeh ile karıştırmışız, müreffeh  bolluk bereket anlamına geliyor aslında birbirine yakın olmasına rağmen anlam olarak birbirine uzak kelimeler.

Atatürk’ün muasırlıktan anladığı, çağdaşlık olduğu kesin ancak müreffeh olmak tam olarak anlamı karşılamıyor çünkü bir milletin bolluk içinde olması onun çağdaş olduğu anlamına gelmiyor.
Örneğin Arabistan’ın bolluk içinde olduğunu söyleyebiliriz ancak çağdaş olduğunu söylemek çok mümkün değil. Diğer değişle müreffeh olabilirler ama muasır olduklarını söylemek doğru olmaz.

Çağdaşlık kavramında insan hakları , hukukun üstünlüğü, ekonomik gelişme, kültürün kalıcılığı, sanatla içiçe yaşama , canlıya değer verme, eşitlik , hür irade , inanç özgürlüğü , vatanseverlik ,kararlılık  var.

Kişisel olarak çağdaşlığı  ne kadar içimize sindirebiliyoruz ? Cebimizde paramız olabilir, istediğimizi alabiliriz ancak öz güvenimiz gelişmişmidir ? sanatla aramız iyimidir ? demokrasinin işleyişine bireysel katkımız oluyormu? Çocuklarımızın gurur duyduğu anne ve baba, arkadaşlarımızın, komşularımızın güvendiği, inandığı dostmuyuz ? Kul hakkı yemeden hayatımıza devam ediyormuyuz? Çocuklarımızın vatana yarar sağlaması için gerekli  donanımları sağlıyormuyuz? Büyüklerine saygıyı küçüklerini sevmeyi teşvik ediyormuyuz?

Birde ailelerimize  bakalım. Acaba ailelerimiz çağdaşmı?  Evet bazı ailelerin malı mülkü var .Lüks arabaları kapının önünde , kapı deyince yanlış anlamayın villanın kapısı. Tabiki bu şikayet edilecek birşey değil müreffeh olmak kötü birşey değil ama çağdaş olabilmek başka birşey.  Çocuklara İngilizce dersi verdiriyoruz peki  kendi tarihimizi  yeteri kadar öğretebiliyoruz mu? Burgeri bilen çocuklarımız ninelerinin portakal reçelini biliyorlarmı?  Kemanın  büyülü sesini duyuyorlarmı? Aile içinde yeteri kadar kendilerini ifade edebiliyorlar mı?

Bırakın ülkeleri hergün  çalışmak için gittiğiniz  şirketler çağdaşmı ? Müreffeh oldukları kesin  bol miktarda para kazanıyorlar ve kazanmaya devam edecekler . Gelişmekte olan ülkelerin zaten önlenemez bir yükselişi var. Bu stratejik planlar onlarca yıl önce yapıldı . Sermaye ‘’emerging marketler’’i kurdu ve mevcut işlerini taşonların üzerinden yapıyor. Azı sana çoğu bana felsefesi çalışıyor. Bir tarafta ucuz işgücü, ekonomik üretim, pazara yakınlık, potansiyel genç nufus , az sosyal güvence   diğer tarafda marka , teknoloji,danışmanlık.  Siz çok şey yapmasanızda para kazanılmaya devam edilecek çünkü sistem  bu şekilde kurgulanmış.

Sayın başbakanımız iş  adamlarından talepde bulunuyor ‘’ ister ayrı ister birlikte kendi marka aracınızı üretin ‘’ evet teorik olarak olabilir. Ülke  araç üretebilir ya sonra kime satacaksın ? hangi marka ile satacaksın ? cevap böyle bir marka olmayacak. iş adamlarımız buna girmezler bu  alternatifi imkan dahilinde görmezler. Bana görede şimdilik doğru bir tercih olur.
Nufusu yüksek Hindistan, Çin ,Rusya gibi ülkeler yüksek teknolojisi  olmayan  kendi araçlarını üretiyorlar ancak rekabet edecek kadar dışarı satamıyorlar . İç talebi bir şekilde karşılıyorlar . Lada ancak Rusyada geçerli , Tata dünyada ne satıyor? Geely rekabet sağlamak için Volvo'yu satın aldı . Skoda Alman’laştı . Sonuçta Türkiye araç üretebilir ama dışarı pazarlara ürün  satamaz iç pazarla sınırlı kalır. Diğer ülkeler kadar nufusumuz olmadığına göre hele ekonomik dengelerin zaman zaman değiştiği ülkede kendi aracını üretmek şimdilik macera olur. Bu konuya nereden geldik anlamadım ama mevcut durumda şirketler baştada söylediğim gibi müreffehler ama muassırlarmı ? Çalışanlarını donanımlı hale getirmek için gayret gösteriyorlar mı? Uygulamaları ile çalışanlara değer veriyorlarmı ? katılımcı politikaları destekliyorlar mı ? örnekleri çoğaltmak mümkün.

1970 yılların başında  ortaokuldaki Türkçe öğretmenim Alaattin Şalikoğlu şöyle demişti ‘’ Bizler göremeyiz ancak 20 yıl sonra inşallah sizler çok iyi günler görürsünüz  ‘’ aynı dilekler 1980 lerde üniversitede  okurken fabrika organizazyonu hocam Cevat Taray tarafından yinelenmişti ‘’ bizler göremeyiz ancak 20 yıl sonra inşallah sizler çok iyi günler görürsünüz’’ aradan 30 yıl daha geçti  umarım hocalarımız hayattadırlar veya söyledikleri  gibi   beklenen günleri göremeden bu dünyadan göçmüşlerdir. Ya bizler ? 

Uzun yıllar önce Hüceste Aksavrın isimli hanımefendi elindeki şiiri ile  İstanbul Radyosu'nun Elmadağ binası kapısından içeri girer. Oğlu yurtdışına gitmiş ancak uzun süre kendisini aramamıştır . Analık duygusu , aranmamak kendisinde derin üzüntü yaratmış ve  hislerini kağıda dökmüştür. Oldukça duygusal bir güfte , okudukça hislenilen, hislendikçe ağlanan . Odada  bulunanlar hem etkilenirler  hem ağlarlar , göz yaşları sel olur. Büyük bestekar Selahattin İçli'de bu güfteye Kürdilihicazkar şarkı bestelemiştir.

Bir sabah bakacaksın ki bir tanem ben yokum
Dünyayı sana bırakıyorum bir tanem.

Evet o mavi gözler hergün bizi izliyor ve muasır medeniyet seviyesine ulaşmamızı bekliyor . Bizim için olmasa da çocuklarımız için. Onlara güzel bir dünya bırakmak için. Ümit ederim birgün hem muasır hemde müreffeh olmayı başarırız.

Saygılarımla,

8 Ekim 2011 Cumartesi

GÖNLÜMÜZÜN LİDERİ




Büyük  bir gazetenin suya sabuna dokunmayan , her devrin  yazarı kendi çapında  önemli bir haber yapmış ;
Bazı komunistler 1929 yılında Çankırı’ya sürülmüş oradan da Romanya’ya gönderilmişler.

Yaklaşık seksen yıl önce bu kişiler sürüm sürüm sürünürlerken bugün torunu yaştakiler  kendilerini ifade edebiliyorlar. Hatta  işi silahlı çatışmaya kadar götürüp sağ yakalanan  bazıları bugün TBMM üyeliği yapıyorlar. Gerçekten Türkiye’de son yıllarda çok şey değişti.

Bu hızlı değişim içinde kendimizi yeterli ifade edebiliyormuyuz. İnsanlar sizi nasıl algılıyorlar ?

Benim yaşımdaki bir çok kişi Ahmet Özhan’ın hayranıyken oğlumun 17 yaşındaki arkadaşı bu şöhreti tanımıyor.
Ama ne gam ? Ben de Amy Winehouse’u tanımıyordum. Kadıncağız öldükten sonra ismini duydum ve sevmeye başladım. Bu durum ne benim ayıbım ne de oğlumun arkadaşının. İnsanlara ne veriyorsan onu alıyorlar. Bazıları kalıcı oluyor bazıları hemen tükeniyor.

Kendini tanıtmak, sürekli olmak kolay değil. Şirketler, bölümler, insanlar  kendini daha iyi anlatabilmek için iş ortaklarına, müşterilerine, yöneticilerine  sunuş yapıyor,  reklam çekiyorlar.  Amaç bilinirliğin, tanınırlığın artması. Tanınmak yoksa süreklilik de yok.

Ekrem Güyer’in şarkısında olduğu gibi;

Ayrılmak ne kadar zor , unutulmak çok acı.
Dün gülen bakışların  bugün bana yabancı.

Demek zorunda kalmak da var.

Özellikle gurur duyduğumuz Silahlı Kuvvetler kendini iyi ifade edememekten  nasibini  bu yıl yoğun bir şekilde aldı .

Bilindiği gibi çok sayıda üst rütbeli subay Balyoz davasında  darbe suçlamasıyla hapiste.  Silahlı Kuvvetler gerçekten darbeci mi ? Bunun böyle olmadığını başkaları değil ordunun en başındaki kişiler açıkça ifade etmeliler. Sorumluluk bunu gerektirir.

Yirmibirinci yüzyılda nereden gelirse gelsin değil darbenin kendisi , şüphesi bile kabul edilemez. Ancak algılamayı doğru konumlamak gerekiyor.

Tayyip Erdoğan hükümeti nasıl algılanıyor ? Oyların yarısını alıyorlar bir kısmı Kemalist’lerden gelmiş.  Kemalistler mi değişti ? Tayyip Erdoğan’cılar mı ? Bence her ikiside.

Bu sene katıldığım OYDER  toplantısında son derece güzel bir konuşma yapan bakan Zafer Çağlayan’dan benim  ve arkadaşlarımın çok etkilendiğini itiraf etmeliyim .Konuşmasının arasında Atatürk’ün vizyonel çizgisini takip edeceklerini anlatırken , salonun alkışlarına mazhar oldu. Aslında çok da yadırganacak bir durum değil. Tabiki ön şart budur. Hepimizin  genelde birleşeceği ön şartlar olacaktır. Atatürk’çülük de şekil olmaktan ziyade muassır medeniyetlere ulaşmak için geniş kabul görmek durumunda olduğumuz bir ön şarttır.

Elbette Türkiye’yi yönetenler içinde takiyye yapanlar da  vardır. Dileğimiz sayılarının az olmasıdır.  Ancak asıl önemlisi halkın  şikayet etmek yerine , demokrasiye sahip çıkması  ve iktidar olmak için rekabetçi ortamda çalışma yapmasıdır.

Evet iktidarı ve uygulamalarını beğenmeyebilirsin . O zaman kendin iktidar olmak için mücadele edeceksin. Yanlış bir iktidar anlayışı varsa çözümü başka yerlerde değil , halkta aramak gerekir. Zaten demokrasilerde mücadele var, rekabet var.  Dikkatle izlerseniz rekabet aslında en çok büyükleri vuruyor. Gözler onların üzerinde, acaba nerede hata yapıyorlar ? hatalarını nasıl yakalar , cezalandırırız ? Büyük şirketlere verilen rekabet cezaları unutmayalım. Dolayısı ile küçükler daha avantajlı .Çok dokunanları yok gelişip büyüyebilirler.

Cuma sabahı çok sevdiğim arkadaşım  Atilla aradı. İyi yetişmiş , insan kalitesi çok yüksek ,sevilen, sayılan, sıkı Atatürk’çü.  Malesef babası  Nihat bey vefat etmiş . Aslında beklenmeyen bir durum değildi. Hastalık ve yaşlılık kaynaklı  olarak uzun zamandır yaşam mücadelesi veriyordu.

Aynı gün Tayyip beyin annesi vefat etmişti. Tayyip bey Cuma namazı için arkadaşımızın babasının cenazesinin kalkacağı camiye geldi. Tabiki duygu yüklüydü. Cuma namazını kıldı ve cenaze namazına katıldı. Arkadaşımız ve ailesine başsağlığı diledi , tabutu taşıdı. Bunu bir gösteri olarak değil içinden geldiği gibi büyük bir mütevazılıkla yaptı . Aksini söylemek bile abesle iştigaldir. Hedefinde önce insan olan bir politikacının her kesimden oy alması sürpriz değildir.

Başbakanın annesi ve arkadaşımın babasına Allah’tan rahmet , ailelerine başsağlığı diliyorum. Mekanları Cennet olsun.

Ne mutlu ki onlar çok kıymetli insanlar yetiştirmişler.

Biri günümüzün lideri ...

Diğeri gönlümüzün ...