28 Ocak 2014 Salı

REFAH PAYI








 
Günümüz iş dünyasında gerek şirketlerin gerekse  çalışanların durumu giderek zorlaşıyor.  

Bir tarafta kaliteli eğitim alıp şirketlerinde yükselmek isteyenler , diğer tarafta ilerleyen yaşları nedeniyle  işini  kaybetme kaygısıyla,  ölümü yaklaşan Hint fakirleri gibi ormanlık bölgeye  veya şirketlerinin kuytu köşelerine gidenler .

‘’ Çalışıyoruz ancak geçinemiyoruz ‘’  diye şikayet edenler işin başka tarafı.  

Kendilerine çalışan memnuniyetinin artırılmasını hedef alan ancak  eleman    kayıplarının yüksekliğinden şikayet edip , bazı şeyleri yaparmış  gibi  gösteren şirketler.  

Ne taraftan bakarsanız bakın yönetilmesi zor bir durum. 

Çalışanlar bir iş yerinde uzun süreli çalışalım derken aslında bir tespiti iyi yapmak durumundalar. Kapitalist yaklaşım ve enflasyon !!!! 

Hayatımızın son 5 -10 yılına şöyle bir bakalım. Maaş gelirimiz 10 yıl önce 1.000 TL olsun. Devlet veya özel sektör sizi enflasyondan korumak adına her yıl genelde  enflasyon oranında,  nadiren de performansınıza bağlı zam verir. Örneğin zam oranı  % 10 olsun. Maaşınız, bileşik metotlarına girmeden basit bir hesapla 2.000 TL  olur.  

Enflasyon hesabında kriterlerin nerelerden geldiğini aşağı yukarı biliyoruz.  

·         Birinci sınıf Çanakkale domatesinin fiyatı  geçen dönem kaç liraydı  ? Bugün kaç lira ?

·         Deveci Armudu’nun fiyatı geçen dönem  kaç liraydı ? Bugün kaç lira ?

·         300 gram beyaz ekmek geçen dönem kaç liraydı ? Bugün kaç lira ?  

Hesapları belirlenen  değerler üzerinden yaparsanız sorun yok. Ancak enflasyon hesabında aşağıdaki  soruların karşılığı yoktur. 

·         Son 10 yılda evlendin mi?

·         Son 10 yılda çocuğun oldu mu?

·         Okul çağındaki çocuğun hangi özel okulda okumaya başladı ?

·         Son 10 yılda kişisel gelişimin için eğitime para harcadın mı?

·         Kişisel bakım için spor , klüp ve malzemelere kaç lira harcadın ?

·         İletişim için cep telefonu , bilgisayara para ayırdın mı?

·         Sosyal durumu güzelleştirmek için gece hayatına para harcıyormusun?

·         Televizyon için tek anten kullanılırdı. Son 10 yılda Digitürk , Dsmart kullanmaya  başladın mı?

·         Artık sende devlet hastanesi yerine o modern görünüşlü özel hastaneleri mi kullanıyor sun?

·         Eski aracını yeni modeli ile değiştirdin mi?

·         Dün Terkos suyu kullanıyordun bugün evde hangi marka suyu  kullanıyor sun?

·         Neredeyse bedava diyerek , Pegasus ‘un 30-40 TL lik Antep ve Mardin uçuşlarına abone  olup konaklama, yemek ve içmeye 1.000 TL  ayırıyor musunuz?

·         İnternet paketi kullanmaya başladın mı? 

Örnekleri çoğaltmak mümkün. Esas olan bu domates , patates fiyat karşılaştırmasının dışında  kalan tüketici alışkanlıklarından doğan , ilave harcama kalemleridir.  

Siz enflasyon zammı aldık derken aslında her yıl sistemli olarak  satın alma kabiliyetinin azaldığı gerçeğiyle karşı karşıyasınız. Maaşım 2.000 TL oldu derken satın alma gücünüz giderek azalmaktadır.  

·         Satın alma gücü azalmasına rağmen vahşi kapitalizmin ortaya koyduğu paradigmalar.

·         Medya ve çevremiz tarafından yaratılan özendirme.

·         Önlenemez tüketici psikolojisi, artan  satın almalar.

·         Karşılığı olup olmadığı düşünülmeden kredi ve kredi kartlarının kullanımı.

·         Ödeme zamanında yeterli paranın olmayışı. Bu gibi durumlar  insanları üzmekte, bunalıma sokmaktadır.  

Bu durumda insanların çıkış yolları ne oluyor ? 

·         Çalıştığı işte terfi alarak gelirini artırmak. Son 5 yılda terfi alamadıysan durum pek parlak sayılmaz.

·         Çalıştığın yerde kariyer olanakları sınırlı ise daha iyi imkanlarla  bir başka şirkete geçmek.

·         Çalışan bir eşle hayatını birleştirmek veya borçları kapatmak için anadan , babadan kalan mirası bozdurmak.

·         Yatak odanda boş  ayakkabı kutusu bulundurmak. Bakarsın menşei belli olmayan yeşillikler içine girer. Allah kimseye nasip etmesin.

·         Boğaziçi köprüsünden atlamak. Allah kimseye göstermesin. Ancak ekonomik nedenle ülkemizde intihar edenlerin sayısının her yıl binlerce olduğunu ifade etmek mümkün. 

Bu tabloyu gören Y kuşağı genelde ilk iki maddeyi kullanıp devamlı şirket değiştiriyorlar.  

Aslında çözüm için önemli bir alternatif daha var. REFAH PAYI 

Devlet durumun zorluğunu görüp toplu sözleşmelerde küçük de olsa refah payı uyguluyor.  

Yeni Ticaret Kanunu’nda mal sahibinin uzun süreli kiralamada sadece enflasyon etkisinden meydana gelen kayıpları önlemek adına değişiklik yapıldı. Artık 10 yılı aşkın süredir kiralama yapan ve heryıl enflasyon oranında artırım yapanlar için durum kötü. Mal sahibi 3 ay önceden bildirim yapmak şartıyla uzun süreli kiracıyı gönderebiliyor. Ticari işletmeler kira bedelinin % 20 si veya ÜFE+ %10 zam yapmak durumundalar. Artık uzun süre oturmak istiyorsanız elinizi cebinize biraz daha sokacaksınız.  

Özel sektör gerçek anlamda çalışanı koruyabilmek için enflasyon harici refah payı verebilir durumda olmalıdır. Doğal olarak bu  yazıldığı kadar kolay değil.  

En önemli faktör ortak değerler. 

Şirketlerin sürekli karlılıkları , sadık müşteri , memnun müşteri , memnun çalışan yaratılması işin en önemli noktası. 

Şirketin karlılığı için katma değer yaratan çalışanlar , yaratılan katma değerden refah payı alternatifi yaratan şirketler. Sizlere ütopik gelebilir ancak değil.Yakın zamanda gerçekleşecektir. 

Bu işleri yönetebilmek , çalışanları motive edebilmek ve yönlendirebilmek mutlaka kaliteli yönetim ve paylaşımcılıktan geçiyor. Hep bana rabbena söylem ve uygulamaları artık modern paydaş teorilerinin dışında kalıyor. 

Unutulmamalıdır ki özel sektör mavi yakalının saatini , beyaz yakalının ise aylığını kiralıyor. Çalışanların mesaisi bittiğinde yetkinliği varsa , becerebiliyorsa ikinci işini yapabilir olması gerekir. Benden başka yerde çalışamaz !!! Etik kurallar diye tutturmanın bir anlamı yok. Zaten çalışan bu zor şartlarda ya şirketten ayrılacak ya da başka yollara girecek. 

Yakın bir gelecekte  ikinci kanalda çalışma sürpriz olmayacak. Parasızlıktan mutsuz insanlar yerine yorgun ancak kafasında geçim sıkıntısı olmayan çalışanlar olacaktır. Bireysel çalışma yerine örgütleşen beyaz yaka çok uzak değil.
 

Geçenlerde  katıldığım seminerde THY ‘ın eski bir genel müdürü konuşmacıydı. Kendisini zevke izledik. Genelde THY’ deki çalışma ve hatıraları konuşmanın içeriğini oluşturdu. Sivil pilotları bünyeye nasıl kattıklarını anlattı. Bende o dönemde  450 mühendis arasından sınavlarda başarılı olup pilot olmaya hak kazanan 24 kişiden biriydim. Yaşanan dönemin canlı şahidi olmuştum. 

Program sonrası yanına yaklaştım , kendimi tanıttım. İlk sorusu ; 

Burada ne işin var  ? oldu 

Doğrusu benim uzun yıllar sonra cevabını bulduğum soruydu bu. 

Bir yanda çalıştığım Holding’in logosu diğer taraftan THY logosu. Şirketimin beni Amerika’da , Avrupa’da ,Uzak Doğu’da  eğitmesi , yaşanan dostluklar, insana değer verme gibi faktörler tercihimin o tarihde çalıştığım şirketten yana olmasına neden olmuştu. 

Galiba buna aidiyet diyorlar.Markaya , şirkete ,yönetime, çalışanlara,paydaşlara olan güven ve inanç.  

Forma aşkı gibi , bayrak aşkı gibi, millet aşkı gibi, din aşkı gibi... Duygusal. 

Kazanılması kolay olmayan . Değişik bir iklim , güçlü bir kurum kültürü gerektiren.. 

İşini evin ve yuvan gibi görebilmek.....  

Eski bir üst düzey yöneticim emekliliğinde şu sözleri söylemişti ; 

‘’ Bu şirkette uzun yıllar kendi şirketim gibi çalıştım , böyle hissettim. Ancak ilginç olan şirketin asıl sahipleri bu kurumun benim olmadığını asla hissettirmediler’’  sahiplenme felsefesini  şirketlerin her bölümüne , her bireyine indirgemek gerekir. 

Sahiplenmeyi başarabilmek gerçekten zordur. 

·         Kurumsallık ister

·         İnanç ister

·         Mücadele ister

·         İnsan sevgisi ister

·         Motivasyon ister

·         Coşku ister 

En önemlisi vizyoner , değişimci lider ister.  

Bulmak kolay değil , böyle liderler bakkalda satılmıyor....



26 Ocak 2014 Pazar

VALLAHİ BİZ YİMEDİK

 
 
 
 






Türkiye’de  gündem o kadar yoğunki, gündemi takip eden insanın filozof olmaması mümkün değil.  

Mikrofonu kapan konuşuyor , kamerayı gören birşeyler söyleme ihtiyacı içinde oluyor. Eğitimin nedir ? Tecrüben nedir ? Bilgin nedir ? Ne söylemek istiyorsun ? Kime mesaj vermek istiyorsun ?  

Bugün gazetede  manşet şu şekilde; 

·         Türkiye’de tek hükümet olur. Onun dışında paralel devlet olamaz.

·         Yayın gelirinden hakkımız olanı alamadık . Havuzdan çıkabiliriz. 

Satırların sahibi Fenerbahçe başkanı sayın Aziz Yıldırım. Gerçi devlet – millet kavramları karıştırılmış ancak üzerinde durmadan yorum yapıyorum.  

Organizasyonlarda paralel uygulama olmaz diyeceksin sonra kalkıp benim hakkım verilmedi, bende kendi uygulamamı yaparım diyeceksin. Bu doğru ve tutarlı yaklaşım olmaz.Olsa olsa paralel uygulamanın değişik bir versiyonu olur.
 

Sistemlerde paralel uygulamalar geçmişte vardı , olmaya da devam edecektir. Vesayetin kendinde olmadığına , nemadan yeterince pay almadığına inananlar paralel uygulamalar içinde olurlar. 

·         Devlet içinde vesayeti ele geçirmek isteyenler.

·         Özel sektörde yönetimlerin kendilerine yeterince değer vermediğine inananlar. Nemadan yeterince pay almadığına inanarak koridor FM yayını yapanlar.

·         Vesayet kullanımı , biraz daha ileri gidersek darbe suçlamalarıyla mahkemeye verilen  Ergenekon , Balyoz gibi davaların sanıkları.

·         Hukuk düzeninde kendine ayrı yer ayıranlar.

·         Yeterince baba sevgisi göremediğine inanıp , annesine yoğunlaşarak evde paralel sevgi uygulamaları başlatan aile fertleri.  

Abartılı örnekleri artırmak mümkün. Ancak çözüm birinin diğerini imha etmesi değil , açıklık politikalarını uygulamak , evrensel demokrasiyi işletmektir. İnsanlara güven vermektir. 

·         17 Aralık sonrası insanlar neyi paylaşamadınız diye soruyorlar ? Düne kadar gerçek ve paralel uygulamalar iyiydi , sorun yaratmıyordu . Şimdi ne oldu ? 

·         Madem çalıştığınız insanlara güveniyordunuz ? Neden bakanlarınızı devre dışı bıraktınız ? Bakanların ne suçu vardı ?  Hukukta suçun kişiselliği  esastır. Yetkililerin çocukları kastı aşıp kendi başına iş yapmış olabilirler.  Hukuk onları değerlendirir. Eğer  organize bir durum varsa , suçu işlediğine kanaat getirip devre dışı bıraktığınız bakanların durumu ne olacak ? Hala Meclis sıralarında oturmaya devam edecekler mi ?  

Bugünkü gazetede İkoncan İvana’nın ropörtajı vardı , diyorki; 

Sırbistan’dan manken olarak geldiğimde reklam ajansı  bizi 15- 20 kişinin oturduğu bir eve yerleştirdi. Hangi yabancı manken bu zülmü çekiyor bilmiyorum ancak benim bildiğim şimdiki mankenler özel uçakla gelip ,beş yıldız otellerde kalıyorlar. 

Geçmişimden utanmıyorum. Bütün Laleli beni tanır. Herkese selamlar. 

Olmadı İvana hanım. O kadar uzun boylu değil.  Bütün Laleli esnafını , erkeklerini zan altında bırakmayın. Evli olan var, çoluk çoğuğu olan var.  

Suçu genelleştirmeyin. Kiminle  muhabettin olduysa onun ismini yayınla,  koskaca bir semtin adını , itibarını zedeleme.
 
Bu hikayeler bana Cem Yılmaz’ın origami parodisini anımsatıyor. Kısaca özetleyeyim. 

Cem Yılmaz turne programı için  ağabeyi ile birlikte yurtdışına gider. Konakladıkları beş yıldızlı  otelde  canları çikolata ister. Minibardan  büyükçe Toblerone çikolata  çıkarırlar. Paketi açarlar ama ne görsünler ? Odada daha önce konaklayan  müşteri çikolatayı mideye indirmiş ve sanki hiç yenmemiş gibi japon süsleme sanatı origami yaparak kapatmış. Belli ki pahalı çikolata faturasını ödemek istememiş. 

Peki şimdi ne olacak ? Parayı kim ödeyecek ? Durumu anlatmak için resepsiyona  iner ve dertleri anlatırlar. 

·         Vallahi biz yimedik

·         Resepsiyon görevlisi sorar. Hangi ülkenin vatandaşınız ? Pasaport lütfen ,

·         Türk’üz.

·         Get lan kafamı buluyorsun, Türk’sün. Sana kim inanır . Utanmadan  koca koca adamlar  yalan söylüyorsunuz ... 

Malesef güvenle ilgili konularda sabıkalı olduğumuz için itibarimizı kaybetmişiz. 

Sayın başbakanın direncini takdir etmek gerekiyor ancak feryatları artık fayda etmiyor. Çünkü evrensel demokrasiye taraf insanları artık inandıramıyor , güvenle ilgili sorunu var. 

Futbol hakemlerinin genel uygulaması vardır. İki veya daha fazla oyuncu birbirleri ile kavga ederlerse , ilk hareketin nereden geldiğine bakmadan kavga edenlere kırmızı kart gösterirler. 

Demokrasilerde birbirleriyle kavga edenlere kırmızı kart göstermesi gerekenler halktır. 

Şimdi sıra kavgacıları sahadan atmaya geldi.
 

İlk seçimde yanınızda kırmızı kart getirmeyi unutmayın !!!
 

Siz kırmızı kartı kime göstereceğinizi bilirsiniz.