5 Kasım 2014 Çarşamba

KURT PUSLU HAVAYI SEVERMİŞ






Kurt puslu havayı severmiş.  Anlamı ise gizli ve kötü niyeti olanların,  karışık durumlardan fırsat yakalama  isteğidir.

Karıştır , uzaktan izle, sonra ortaya çık.....

Neden olmasın bu da bir strateji . Hemde üzerinde çalışılmış bir strateji.

Özellikle 1980 ihtilalini yönetenler için  Amerika ile birlikte hareket edildiği , terörün acı sonuçlarının ve kötü ekonomik gidişat beklendiği  iddia edildi.

Daha önce sıkıyönetim vardı neden terör önlenmedi ?  diye çok soruldu.

Bu iddialar ispatlanamadı . Gün oldu ihtilali yapanlar koruma altına alındı . Sonradan düzenlemeler yapıldı ancak artık çok geç oldu.

Kenan Evren ve arkadaşlarıyla ilgili akıllarda hep bir soru işareti kaldı.

Müdahale için puslu hava mı beklendi  ?

Tayyip beyin kazandığı cumhurbaşkanlığı seçimi sonrası halkın bir kısmında müthiş bir karamsarlık oldu;

·         Demokratlar ,Cumhuriyetciler, Sosyalistler için artık  iktidar olmak uzun yıllar hayal ...
·         Kısa zamanda memlekete şeriat düzeni gelir..... Hilafet hortlar , dediler..

Böyle düşünen kişiler pek  haksız değiller. Gerçekten gidişatı parlak görmek mümkün değil .

Peki ne yapmak  gerek ? Nasıl değişim olacak ? Demokratik yollarla iktidar nasıl

değişecek  ?

Zaman zaman bende onlara dilimin döndüğünce anlatmaya çalışıyorum.

Halk iktidardan ne bekler ? Liderden ne bekler ?

Temel olarak iki konu çok önemlidir ;

·         Ekonominin iyi gitmesi.
·         Liderlerin halka umut vermesi.

Liderlerin ağzı torba değil ki büzesin !!! 

Sallarlar,sallarlar, konuşurlar hele iyi bir hatipsen ve  karşındaki kitle sorgulayıcı değilse halkı ikna etmek kolaydır. Ancak ekonominin göstergeleri vardır. Zaman zaman çarpıtmaya çalışırsın ancak bir yerde bıçak kemiğe dayanınca iyi hatip de olsan kimseyi ikna edemezsin.

Çorba kaynamayınca evin çocukları , hanımı ne seni tanır nede senin iktidarını. Bu nedenle ekonomik göstergelerin aşağı çekildiği bir ortam hükümetin iktidardan gitmesine neden olur.

Ekonomi nasıl aşağı çekilir  ? Cevap basit ve etkili . Satınalma yapmazsan .

Her iki senede araba değişeceğine beş senede değiştir...         ölürmüsün ?
Her sene cep telefonu alacağına dört senede değiştir ...          ölürmüsün ?
Her beş senede mobilya değiştireceğine on senede değiştir....   ölürmüsün ?

Yoksa böyle hergün ölüyorsun. Ekonomiyi küçült , faturalar , katma değerler azalsın..

Vergini geç öde....  Nasıl olsa  her iki üç senede  yapılanma uygulanıyor. Sen neden zamanında ödüyorsun ?

Hazineye giren para yeterli olmazsa ne yatırım olur ne hizmet....

‘’ Sende ne kadar ekonomi bilmeyen, ne kadar zalim, ne kadar tuhaf adamsın ‘’ diyenlerinizi şimdiden duyar gibiyim !!!

Doğru, çok mantıklı değil söylediklerim ancak radikal sonuç istiyorsan , radikal uygulama yapacaksın.

Değerli dostlar, ailenizin vaya devletin hazinesine para girmesi çok önemlidir. Bunun  için kaynak gerekir.

Özal zamanında sigara kaçakçılığı bir kanunla değiştirildi. Paranın kaçakçıya , Mafya’ ya değil devletin kasasına girmesi sağlanmıştı.

Bugün yapılan işlerde kaynak yaratma devlet eliyle oluyor.

Örneğin özelleştirme !!!!  Doğru yöntemle , adil bir şekilde yapılırsa sorun yok.

Sat, kaynak yarat.Kaynağı doğru şekilde kullan . Eyvallah ..

Çevrenize bakın devlet , belediye ihalelerini kim alıyor ? Kim kimin yandaşı ise o kazanıyor..

Parti ayrımı yok. Her parti aynı şekilde davranıyor.Senin adamın , benim ihalem..

İhaleye göre yandaş , yandaşa göre ihale tarifleri.

Paris’ te en pahalı bina neresidir diye sorarsanız , hemen söylerim .

Şehrin göbeğinde  dört katlı , birkaç yüzyıllık Ritz Otel.

Fiyatı nedir ? Hemen söyleyeyim !!!!!  Birbuçuk milyar euro.

Kıyaslamanız için açıklayayım . O para ile İstanbul’da 40-50 katlı en az on adet gökdelen alırsınız.

Elin adamı şehir içine dokunmayacağız , dokuyu bozmayacağız , eskiyi yenilemek istiyen vatandaşa destek olacağız, çok istiyene şehrin dışında gökdelen yapma izni vereceğiz  demiş ve öyle de yapmış ...

Devletin önemli görevlerinden birisi büyümeye karşı toprak yaratmaktır.Devletin arsa ofisleri bunun için var. Bizdeki anlayış tamamiyle farklı. Şehir içindeki devletin yüzük taşı gibi hazine arazilerine gökdelenler yapıp rant sağlamak.

Devletin deprem nedeniyle kurduğu TOKİ ‘nin vatandaşa  uygun sosyal konutlar yaptığını  rakkamsal olarak ifade etmek mümkün değil. Yüzük taşı arazi nerede , TOKİ orada .

Avanta lavanta işleri karıştırmasak bile rantı bu işten ayrı koyamayız.

Rahmetli Erbakan hoca ‘’ Sizi gidi rantiyeciler sizi’’ derken kimleri ima ediyordu acaba ?

Peki rantiyeden gelen para nereye gidecek ? Esas soru budur..

Özelleştirmeden gelen paralar , yüzük taşlarından gelen paralar doğru ve adil  teşviklere , yatırımlara, açık kapatmaya  kullanılsa ona da eyvallah diyeceğim.

Vatandaşın endişesi bu paraların özel uçaklara , Ak Saray’ lara , Süriyeli mültecilere gittiğidir. Sadece bu kalemlerin maliyeti yaklaşık 13 -14 milyar dolar olduğu biliniyor.

Ayranın yok içmeye tahtaravanla gidiyorsun gezmeye..

Ekonomi iyi gidiyor söylemleri artık bitmiştir. Devlet resmi zamlarının %10 , bilinen enflasyonun      % 10 ,  pazar enflasyonunun çok daha yüksek olduğu ülkede çalışana, emekliye  % 3 zam vermek , benim param yok demektir.

Halkın refah seviyesinin artması için ya çalışana enflasyon üzeri zam vereceksin yada enflasyon altı mala zam yapacaksın ki satınalma kabiliyeti artsın.

Görülen tabloda her iki  durumda iktidarın aleyhine gelişmektedir.

İktidar kendi eliyle tuzağa düşmüştür. Benim beğenilmeyen komplo teorisi gerçekleşmektedir.

Memur ,işçi, emekli harcama yapamayınca otomatikman ekonomi daralır.Yüzük taşları , ayakkabı kutuları bu işi döndürmeye yetmez.

Artık geri dönüş yoktur. Millet uçağın , sarayın, çorbanın hesabını seçimlerde sorar.

Fadime kızını evlendirmiş, düğünden sonra bir hafta geçmiş , 
Ula ha punlarin sesi soluğu cikmiy... Pen pugun bi dolanacağum  diyerek  yeni evlilerin kapısını çalmış... 
Kızı kapıyı açmış ki ne görsün kadın, kızı çırılçıplak:
Uyyyy ha pu nedur uşağum? Ayuptur da !
 Aaaa ne kadar geri kafalısın anne, bu aşk elbisesi... 
Kadın töbe töbe diye içeri seğirtecek olmuş bakmış damat geliyor:
Ooo anne hoş geldin ,
Kadın yüzünü gözünü nereye kaçıracağını bilmiyor, çünkü damat da anadan üryan..
Pu ne rezulluk diyecek olmus , damat hemen:
"Aaaa ne kadar geri kafalısın anne bu aşk elbisesi"  demiş. 
Çaresiz Fadime bir koşuda almış soluğu evde. Bir düşünce ,bir düşünce
Acaba gerçekten ben geri kafalı mıyım?
Sonra üstünde başında ne varsa soyunup dökünmüş. Başlamış evde çıplak dolaşmaya.
Akşamüstü kapı çalınmış, Fadime camdan Temeli görmüş , saçını başını düzeltmiş, açmış kapıyı. Fadime'yi bu halde gören Temel'in gözler yerinden fırlamış:
 Ula ne dur bu, gafayı mı yedun da?
Hih demiş Fadime  "ne gadar geri gafalusun, habu aşk elbisesidur da"
Temel şaşkın cevaplamış:
"Ula ütüleseydun bari’’

Demokrasi anlayışımız da ,ekonomimiz de , siyasetimiz de , ahlakımız da o kadar yıpradı ki;

Malesef artık ne  ütü tutuyor , ne  dikiş.......

Müjde Kemalistler , cemaatçiler, sosyalistler , entel dantel takımı , her kim yaptıysa ?

Yok yok onlar yapmadı. İktidar  çukura düştü ....

Hemde kendi elleriyle  kazdıkları çukura ...

Bu sefer de olmazsa anlayın ki benim reçetem iş yapmamış , nefesim yetmemiştir.

Artık geriye Cübbeli hocaya gidip ,kurşun döktürmek kalır....

Belki nazar vardır , nazar......






16 Ekim 2014 Perşembe

YURTTA SULH CİHANDA SULH






Türkiye gelenekçi ve muhafazakar bir yapıya sahip. Son seçimlerde bu duruma yakından şahidiz. Din, millet,ulus ,namus,konu,komşu Türk halkı için önemli.

Komşu veya komşuluk derken ne anlıyoruz ?

Benim komşuluk anlayışımı şöyle tarif edebilirim; Bugüne kadar oturduğum semtlerde  uzun süreli kaldım. Annemin vefatında mezara toprak atanlar arasında  40-45 yıllık komşularımız  vardı. İlginç bir duygu eski ancak eskimeyen dostluklar..... Yıllara dayalı , kök salmış...

Hani derler ya !!    ‘’ Komşu komşunun külüne muhtaçtır ‘’. Gerektiğinde o külü verebilmek.

Bazen bir limon bazen bir kaşık tuz bazen kırk yıl hatırı olan kahve.
Acil bir hastalıkta yardımcı olmak , yanıbaşında olmak. O güveni hissettirmek.

Bunlar bu güzel örnekler,  bir de güzel olmayanları var. Çoğu ailede kavga gürültü olur. İstenmeyen hadiseler olur. İşte o zaman  aile içine fazla girmeyeceksin !!!

’’ Karı kocanın arasına girilmez ‘’ derler ya öyle birşey. Bugün kavga ederler yarın barışırlar, kötü olan sen olursun.

Akıllıysan, komşuluk ilişkinin uzun süreli olmasını istiyorsan karışmayacaksın !!!
 Ailenin büyükleri varken kendini riske atmayacaksın.

Ne zaman aile içinde çok patırtı , kavga varsa olaylar artık tehlikeli bir hal alıyorsa onu sen tekbaşına çözemezsin. Güvenlik güçleri bunun için var, aile büyükleri  bu durumlar için var. Onun için adına güvenlik diyoruz. Kavga edenler için , komşular için , sağlıklı bir ortam için.

Son yıllarda Mustafa Kemal Atatürk’e olan eleştiriler çoğaldı. Toplumu farklı uçlara çekme çalışması, ortak değerlerden uzaklaşma çoğaldıkça bir tarafın değeri diğer taraf için eleştiri odağı olacaktır.

Atatürk  başta olmak üzere  atalarımız  zamanın durumuna uygun , hatta biraz daha ileri giderek hizmet vermeye çalışmışlar.Hepsi bizim atamız . İyi yapan olmuş kötü yapan olmuş ama hepsi bizim insanımız.

Atatürk’te , Fatih’te , Kanuni’de , Yavuz’da...

Dışişleri binasına girdiğinizde soldaki yazı şöyledir ‘’ Yurtta sulh cihanda sulh ‘’ .
Büyük Atatürk o zaman söylemiş. Senin başkalarının toprağında gözün yoksa karışma.

Komşularda sorun olursa sen çözmeye kalkma. Bu gibi durumlar  için BM  gibi kurumlar var. En az elli yıldır bu gibi karmaşık sorunlara çözüm bulmak için çalışıyorlar. Can güvenliği nedeniyle ülkesinden kaçmak isteyenlere  BM koordinasyonu  ve güvencesiyle kollarını aç. Göçmenlik kurumu bunun için var.

Eski eserler Dünya hazinesi adı altında korumaya alınıyor. İnsanın da en değerli varlık olarak korumaya alınmasını doğaldır. Merak etmeyin eski eserleri korumaya alanlar, insanı da korumaya alırlar. Hemde tüm Dünya’nın desteğini alarak.

Son günlere bakalım ; Politikalarımız, stratejilerimiz ve yaşadıklarımız  ne kadar akılcı bir yaklaşım.

Kararı siz verin....

Benim kararım belli ... Sakın ha.....

29 Ağustos 2014 Cuma

HEYBELİ'DE HER GECE




Etrafı denizlerle çevrili kara parçasına ada diyoruz. Yaşaması hem zevkli hem zor.

Adalara ulaşmak için yapılan deniz yolculuğu , kara yaşamına alışık insanlara değişiklik getiriyor. Adalardaki güzel koylar, berrak deniz, yeşil ormanlar , hafif esinti, lezzetli balıklar  insanlara keyif veriyor.

Adalarda devamlı oturan sakinleri için hayat bu kadar olumlu olmuyor. Yazın hareketi yerini sonbaharın yalnızlığına , kışın soğuğuna ve rüzgarına bırakıyor.

Adada oturanların  acil sağlık ihtiyacı durumunda riskli bir durum olduğunu da  bilmesi gerekiyor.

Yunanlı dostlarımız ada yaşantısına uyum sağlamışlarken bizim halkımız adaları çok tercih etmemişler. Ege’deki iki adamız İmroz ve Bozcaada yılların yalnızlığından son senelerde kurtuldular. Onların da geleceği uyguladıkları fiyat politikaları nedeniyle biraz karanlık gözüküyor. Şimdilerde moda Yunan adaları. Eğlence, yemek ,ucuzluk oralarda.

Marmara Denizi’nde yer alan Marmara ve Avşa adaları ise orta direğin yazlık ihtiyacını sınırlı karşılamaktan öteye gidemedi.

Prens Ada’ları  İstanbul’daki evinize bir saat  uzaklıktadır.  Bir otobüs, minibüs veya metro  ile Bostancı ,Kadıköy ve Kabataş. Sonra  motor, gemi, deniz otobüsü kullanarak ver elini adalar.

Heybeliada’ da yemek, içmek, piknik,fayton sefası güzeldir. Denizi ve manzarası mükemmeldir. Fethiye’yi , Marmaris’i ,Bodrum’u ,Çeşme’yi makul fiyatlarla yaşarsınız.

Heybeliada’nın  küçük,küçük koyları vardır. Asaf, Kablo pilajları çok güzeldir. Hele hele üsteki yamaçta yer alan yılların sanatoryumu,  denizde ise irili ufaklı yatların mola verdiği Alman Koyu müthiştir.

İstanbul dışına gitmeyen yat sahipleri haftasonlarını bu koyda geçirirler.

Heybeliada’ya gelen misafirler, ücretsiz olarak motorlarla  istedikleri plaja taşınırlar. Böylelikle adayı denizden tanıma imkanı bulurlar.

Bazılarıda 4,5 TL  ye Değirmen Burnu’nda piknik yaparlar, mangal yakarlar , kayalıklardan denize girerler.

Hoş yerdir Prens Adaları ,özellikle Heybeliada.....

Günlerimiz genelde yürümek veya yüzme ile geçiyor.
Geçenlerde yüzmek için gittiğim Değirmenburnu kayalıklarında denize giren 5-6 hanım gördüm. Elbiseleriyle denize giriyorlardı. Malum hava sıcak , belki mayo alacak paraları yok, belli ki mayo ile denize girmek istemiyorlar. Buraya kadar birşey yok.

Ama o ne ?

Kadının biri kayalıklarda çıplak mı oturuyor ?
Yok  hayır. Yakını göremeyen  yaşlı gözlerim yanılmış bu sefer uzağıda doğru görememiş. Kadının üzerinde ten rengi sütyen ve  ten rengi külot var. Öylece kayaların üzerinde duruyor.

Hemen gözlerimi kapattım , bu yaştan sonra adımın rötgenciye çıkma ihtimali var. Gerçi rontlama denen tarifte rontlayanın gizlice dikizlemesi , müştekinin ise kamusal alanın dışında olması gerekir. Burada rontlanan da ,rontlayan da ayan beyan açıkta.

Kayaların üzerine konuşlanmış bazı gençler de bayanlara bakıyorlar. Herşey aleni...

Bayanların bir kısmı ayrıldı . Kalan iki genç kız kayaların üzerinde oynamaya başladı.
Birisinin sütyeni siyah ,külodu ten rengi. Çok rahatlar.....

Neyse deniz sefası bitince giyinmeye başladılar, kat kat elbiseler,başlıklar.

Sonunda turban.....

Seyrettiğimiz yarı çıplak kızlar meğerse turbanlıymışlar...  Garip bir durum.

Hemen bir yorum yaparak onları aşağılamak , belden aşağı vurmak doğru değil.

Bir çok alternatif olabilir.

Göstermelik turban takıyorlar...
Gerçekten inanmıyorlar...
Dini bilmiyorlar.....
Ailelerin zoruyla turban takıyorlar...
Birileri provokasyon yapıyorlar..

Bunların bir kısmı veya hepsi olabilir. Ben onların durumuyla ilgilenmiyorum. Allah ile kendi aralarında olan bir durum.

Aslında bu örnekte incelenmesi gereken sosyolojik bir durum var.

Nereden bakarsanız  bakın,  kadınların kendini rahat hissetmesi sosyal bir olay.

Annem haftanın belirli günlerinde beni Ortaköy kadınlar hamamına götürürdü. Kadınlar hemcinsleriyle kendilerini çok daha rahat hissederlerdi. Çeşitli oyunlar , göbek atmalar ,filmlerdeki gibi . Birgün kadınlar beni kovdu . Bu çocuk büyümüş artık , gelmesin dediklerinde 7-8 yaşlarındaydım.

Yeniköy’de denizin içinde Beyaz Park isimli plaj vardı.Haftanın bir, iki günü kadınlara özeldi. Kadınlar orkestra ile çoşar, dans ederler , göbek atarlar,boğazda denize girerler,stres atarlardı. Bugün Çırağan Oteli olan  Şeref Stadı havuzu da benzer şekildeydi.


Gazinoların belli günleri kadınlar için ayrılmıştı. Çarşamba’ları kadınlar matinesinde  Zeki Müren, Maksim gazinosunda program yapardı.  Eskiler hatırlar;  eğlence,göbek atmak, şarkılar, evden gelen yemekler, köfteler, dolmalar.

Bebek Belediye gibi üstü açık bazı gazinolarda pompalı  ispirto ocaklarında yemek bile yapılırdı.

Belkide Değirmen Burnu’ndaki kadınların da sosyal olmaya ihtiyacı var. Onlarında denizde ferahlama ihtiyacı var. Ancak o dönemler  ne Zeki Müren’in, ne Ortaköy Hamamı’nın nede gazinoların siyasetle ilgisi vardı . Bu  kardeşlerimizin her tarafı o kadar siyasete bulaşmış ki işin  ne inanırlığı, ne insani tarafı nede sosyal tarafı kalmış.

Antalya Belediye Başkanı Menderes Türel ilk icraati olarak kadın plajını açıyor.

Gerekli mi ? Değil mi?

Nereden baktığınıza bağlı. Bu taraftan bakarsan sosyal ,masumane, ihtiyaç .Diğer taraftan bakarsan siyasi ,ayrımcı...

Anlaşılan gelecek yıl kadınlar pilajı sayısı artacak.

Bende bir girişimci olarak bu alanda boşluk görüyorum.

Heybeliada’da açarsın pilajı ,götürürsün parayı  !!!!

Ahmet abim, Mehmet abim, Kadir abim gibi tanıdıkları devreye koyarak , seneye  adada bir kadın pilajı  açarım. İsmi  ve levhası şimdiden hazır.

Kadınlar pilajı , erkek sinek giremez....


Nasıl olsa bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete...

23 Ağustos 2014 Cumartesi

ALAYI ARAP




Havanın pırıl pırıl  olması nedeniyle  moralim yükselmiş , plan yapmıştım.

Kahvaltımızı yapar , pazarımıza gider,yeşil biberimizi,domatesimizi, şeftalimizi alırız demiştim. Pazar dönüşü gemiye biner doğru Kabataş'a gider, gemide çay içer,sonra bir tramvayla ver elini Aksaray’daki Hatay Medeniyetler Sofrası. Eski arkadaşlar ile sohbet mutlaka yemeğe renk katacaktır. Dönüşte hava güzel olursa denize girer günü tamamlarız diyerek kendimi motive  etmiştim.

Öylede yaptım.....

Sonradan Gurmeler olarak Hatay Medeniyetler Sofrasına katılmak için motora bindim. Söz verdiğim üzere güvertede çayımı içerken bir yandan Burgazada diğer yanda Kınalıada’nın güzelliklerini seyrettim.

En yeşil adalardan birisi olan Burgazada geçirdiği yangın sonrası kendini toparlayamadı. Bir türlü o eski yeşilliğine kavuşamadı. Kolay değil, orman yangınlarında kaybolan yeşilliğin geri gelmesi en az  25-30 yıl istiyor. Yaşantısıyla hala en gözde adalardan birisi Burgazada...
Sait Faik’in adası Burgazada.....

Tepesindeki kocaman antenler nedeniyle uzak durulan Kınalıada şimdilerde antenlerin gitmesiyle birlikte daha populer olmuş. Yeşilliği pek yok ancak sakinleri ile farklı yaşam tarzları var.

Bu iki ada  pahalı ve adaya dışardan gelip yerleşmek biraz zor. Ev almak için referans gerekiyor. Resmi olarak böyle değil ancak pratik deneyimler böyle olduğunu gösteriyor.
Turistin geldiği yerlerde genelde lokantalar dandik olur. Gel geç taktiği yaparlar insana. Ancak Burgazada’ da özenli yerler bulursunuz.
Lezzetli , keyifli yerdir adalar....

Adalardan yavaş yavaş ayrılıp , İstanbul’a gelmekte büyük keyif.. Hele hele baş taraftan güverteye gelen o tatlı rüzgarla....
Eskiden İstanbul’a geliş Samatya ve Ahırkapı Feneri’nden anlaşılırmış. Ben Topkapı Sarayı, Süleymaniye Camii,Yeni Cami’den anlıyorum.

Limana bağlanmış 5 adet devasa gemi,  İstanbul’a olan talebi gösteriyordu.Uzun yıllar önce Karaköy rıhtımı , S/S Samsun gemisi ile birlikte ufak gemiler. Şimdikiler en az 10 katlı ve binlerce kişi alıyor.

Yirmi dakikalık tramway yolculuğu yaparak ve etrafta yüzlerce Arap turisti görerek lokantaya ulaştım. Bizim grup yemeği içmeyi sevenlerden oluşuyor dolayısı ile gurme demek doğru değil.  İlginçtir arkadaşım Ahmet grubun ismi olan Pis Boğazları benden esinlenerek koyulduğunu söyledi. Unutmuşum , hatırlayamadım benim içinde sürpriz oldu. Demek ki bende pis boğaz sayılıyorum.

Ekip hazırdı. Yemeklerde.

Fındık Lahmacun, İçli köfte,salata, patlıcanlı kuzu, tavuk dolması vs.
Gerçeği söylemek gerekirse ben meze ve yemekleri beğenmedim.
Beğenmek soyut bir ifade olduğu, kişiden kişiye değiştiği  için karşılaştırma gerekiyor. Referans nedir ? 100 metre ilerideki Haskral burasının yanında gerçek kral kalır. Hepsini anladım ancak salatayı , ezmeyi kabul edemiyorum. Bizim gibi kıl müşteriler acılı ezmede , domatesin, soğanın  tahtada satırla kesilme melodisini duymak, ritmi hissetmek  ister .

Diğer değişle yemeğin sevgiyle, istekle ,arzuyla yapılanını ister.
Sevgiyle ,arzuyla yapılan yemeğin lezzeti başka oluyor.

Lokanta ağzına kadar Arap ile dolu .  Araplardan başka bizim grup  birde lokantaya sonradan gelen turbanlı üç Türk kızı vardı. Birisi gerçekten güzel. Elbisesi , turbanı ,turban üstü gözlüğü , kolundaki çantası ile ışıl ışıl parlıyordu. Lokanta müdürü kızla çok samimi oldular. Belli ki yeni siyasi ve işletim  sistemin içinde tanınan bilinen kişilerdi. Künefe yediler ve kalktılar.

Biliyorum içinizden güzel kızı görünce ağzının suyu akarak bakan  kart zampara dediğinizi duyar gibi oluyorum.  İsterseniz biraz  yumuşatalım. Taze kalmaya çalışan kart zampara daha iyi uyacaktır. Zaten güzele bakmanın sevap  olduğunu ifade eden bir kültürden geliyoruz.

Giriş olarak standartların haricinde tavuk dolması  ve altı patlıcanlı karışık et istedik. Ortaya iki güveç kabında yemek geldi.

İki güveç ve sekiz kişi !!!!

Garsonu çağırdım. Bak dedim ‘’ yıllar önce askere gittiğimiz  yedek subay okulunda kahvaltıda özellikle 10 kişiye 9 parça yağ ,9 parça peynir verirlerdi. Sonra 10 kişi bir parça dandik yağ için birbirine girerdi. Ne demek istediğimi anladın mı ?   Eğer bir toplumda kavga istemiyorsan  yağı da, balı da, geliri de,  AVANTAYI da adil paylaşacaksın  ‘’  anladım dedi ve yemeği  iki tabağa paylaşıp gitti. Anlaşılan garson ortaokulda matematikten sınıfta kalmıştı.

Neyse parayı verip , bir sonraki yemek için sözleşip ayrıldık.
Aksaray, Beyazıt  Arap kaynıyorbu , her yer Arap.Inanılmaz. Yerlerde yatanlar,dilenenler , imza toplayanlar, birşeyler satmaya çalışanlar...

Tramwaya bindim bu sefer arkamdaki konuşmalara takıldım. Biri turbanlı bayan diğeri bay iki dersane öğretmeni  aralarında rahatça konuşuyorlardı . Turbanlı bayan ,erkek arkadaşına söyle diyordu ; Ben o sınıfı istemiyorum , konsantre olamıyorum. Sıkıntılarım var. Regl  dönemim oluyor.

Yıllardır gençlerle birlikteyim bayanın bu kadar rahat olması bende surpriz oldu. Çalışırken Y kuşağı ile iletişimi kurmak için eğitimler almıştık. Şirkette turbanlı olmadığı için atlamışız. Ancak devlette çalışan yöneticilerin özel eğitim alması şart  oldu. Turbanlı ,kapalı , farklı anlayışlı  müşterileri var artık.

Sohbeti uzatınca vapura yetişemedim. Vakit geçirmek için kendimi  Kabataş sahiline bıraktım. Onlarca çocuk, genç  günün sıcağından etkilenmemek için kendilerini denize atıyorlardı. Kıyafetleri kötü ,konuşmaları arapçaydı. Kendimi bir anda Suriye’de hissettim. Garip bir durum.Sonra çay bahçesine oturdum orasıda Arap doluydu. Bunların ALAYI ARAP  dedim kendi kendime. Sıkıldım ve gemiye doğru yürüdüm.

Türkiye’de 1,3 milyon Süriye’linin olduğu söyleniyor. Kilis’in nufusu 90.000 , şimdi olmuş    230 .000. Şehir Suriye’nin ili olmuş. Güneydoğu illerinde yüzlerce işletme Suriye’liler tarafından işletiliyor. Kanunen bu kişilerin işletme açmaları için Türk ortak gerekiyor ancak takan kim.

Bunları doyurmak , beslemek bize mi düştü ?
Aralarında gayr-ı meşru çalışanlar var. Konu insan hakları ve göçmenlik  ise Birleşmiş Milletler’in işini biz neden alıp fakir ülkemizi daha fakir hale getiriyoruz ?

1961 de Almanya’ya işçi gönderdik.Almanların iş gücü ihtiyacı vardı.

Todor Jivkov Türk kökenlileri trenlerle Bulgaristan’dan kovdu. Yarısı memleketi beğenmedi   geri döndu. Diğer yarısı ülkeye entegre oldular çünkü eğitimleri vardı.

Suriye’lilerin neyi var ? Pislik ,fakirlik. Bunların vizesi ,çalışma izinleri ,kayıtları var mı ? Çalışıyorlarsa vergi ödüyorlar mı?  Ülkede geçici mi bulunuyorlar ? Kalıcılar mı ? Ülkede kendi vatandaşımıza veremediğimiz işi elin Suriye’lisi, İrak’lısı , Kazağı , Tatarı,Rusu ile mi paylaşacağız ?

Paylaşımda adil olabilecekmiyiz ? Yoksa adil olmayan paylaşım nedeniyle kavga mı olacak ?

Haksızlık etmeyelim birde Suriye’de malı götüren zengin takımı var. Söylenene göre Acıbadem Akasya rezidansların yarısını satın almışlar. Lüks evler , Jeep’ler .
Ben bu karışık duygularla IDO’ya yöneldim. Deniz otobüsü gecikmişti. Bekleme salonu sıcak ve kalabaktı. Birden ayak topuklarımın 10 cm üzerinde metal  hissettim. Geriye döndüm çocuk arabasını kullanan  kişi ayaklarımı itekliyordu.

O da Arapmıydı ? diye sormayın . 8-10 kişilik ailesiyle Büyükada’ya gitmeye çalışan Arap aileydi. Anlayacağınız bugün karşılaştıklarımın ALAYI ARAP’ tı.
Bir an önce Heybeliada’ya ulaşıp ,rahatlayayım dedim bu seferde ön koltukta  İsrail’li , arka koltukta İspanyol  turistler.

Car .... Car  ...  Car  konuşmalar.  Artık onlarda benim için Arap oldular...

Sabahki güzel hayaller kabusa dönüşmeden eve dönmekten başka şey istemedim.

Evim evim güzel  evim.

Anladım ki  Cennet’te Cehennem’de bu Dünya’daymış...

21 Mayıs 2014 Çarşamba

GÜNAH KEÇİLERİ



Site güvenlik görevlisi kapıda durdurup bir zarfı elime tutuşturdu. Emekli olalı yaklaşık üç ay olmasına rağmen maaş bağlanmadı bu nedenle zarf  umut oldu benim için. Fakat  beklenti boşa çıktı. Gelen zarf, devletin sarı zarfı yerine mavi renkliydi .Belli ki SGK  bildirimi değildi.

Gelen zarfı açtığımda oldukça süslü ,isme gönderilmiş davetiye olduğunu gördüm.           

Ford Otosan Yeniköy fabrikasının açılışına davet göndermiş.

‘’ Öküz öldü , ortaklık bozuldu ‘’ diye bir sözümüz vardır , Ford Otosan yetkilileri tam tersine davranarak , emekli olsak da  muhteşem tesisin açılışına davet etmişler.

Sağolunlar , duygulandım.....

Gözümün önüne Ford ile yaşadığım yıllar geldi. Çamur nedeniyle İstinye binasına zor girdiğimiz Nasoto. Yükseklik nedeniyle araç nakliyatının  çok zorlandığı , basit montaj hatlarının olduğu, 30.000 araç üretiminin yapıldığı Otosan A.Ş.

Şimdi ise 3 üretim tesisi , 1 AR-GE merkezi , 1 Yedek parça deposu,  modern üretim teknolojileri , yetişmiş insan gücü ile 425.000 adet araç üretim kapasiteli bir dev.

Nereden ..... nereye....

Kolay olmadı....

Zaman içinde büyüme , global üretim merkezi olabilme kültürü oluştu.

Koç ve Ford ailelerinin katkıları , profesyonel yönetim ve global büyüme arzusunun etkileri çok olmuştur. Doğru zamanda doğru işler yapabilmek, Türkiye’de özel sektörün gelebileceği yerleri göstermiştir.

Devletin üretim veya ticaretin içinde olmak yerine, işi yönetmesi günün koşullarına uygun olacaktır. Eğitim ,sağlık, sosyal güvenlik, sistemi teşvik etmek ve verilen işin denetlenmesi  devletin orta ve uzun vadeli stratejileri içinde olmalıdır.

Son yıllarda dünyadaki özelleştirme hamlelerine paralel olarak , ülkemizde de çalışmalar yapılmaktadır. Çerçeveyi doğru çizmek işin sürekliliği açısından önem kazanmaktadır.

Devlet zaten teknolojiyi üst seviyede kullanıp , yönetimi doğru yapabilse işi kendi yapardı. Zaman bu modelin doğru çalışmadığını göstermiştir. Rusya’da dahi çalışmayan devletçilik, ülkenin ilerlemesi için doğru model olamaz.

Özelleştirme yapalım bu seferde karşımıza özel sektörün  en zayıf noktalarından birisi olan sermaye eksikliği  ve kaliteli yönetim sorunu  çıkmaktadır. Özelleştirmenin hangi şartlarda , kime ,nasıl verildiği ise şeffaf yönetimlerin henüz tam olmaması nedeniyle bazı şüpheleri beraberinde getirmektedir.

Koç Grubu , ülkenin en büyük kuruluşlarından Tüpraş’ı satın aldıktan sonra % 20 ilave parayı  teknolojik ihtiyaç için harcamıştır. Bunu yapabilmek için Koç Holding’in kredi itibarı ve niyeti vardır. Başarılı çalışmalar Tüpraş’ı ülkenin en büyük sanayi kuruluşu yapmıştır. Yapılan işten vergi ve istihdam sağlanmıştır.

Bu örnekten anlaşıldığı gibi özelleştirme ile birlikte işi geliştirme de çok önemlidir. Geliştirme  özelleştirmeyi yapan devlet kuruluşu tarafından takip edilmelidir. Proje planlamalarında geliştirme ile ilgili madde ve dateline’lar zorunluluk haline getirilmelidir.

Soma örneğinde devletin pahalı ürettiği kömür, dünya ile rekabet etmekten uzaktır. Özelliştirme yapılarak kazan –kazan sağlanması güzel bir uygulamadır. Özel sektör, kömürü daha ucuza üretecektir. Devlet üretimden zarar etmeyecek hatta işletim geliri kazanacak ve devletin vatandaşına yapması gereken eğitim ,sağlık ve sosyal güvenlik konusuna destek olacaktır. İşin boyutunun büyümesi durumunda istihdam sağlanacak  ,  yeni üretim teknikleri geliştirerek sektörde önderlik yapılacak ,özel sektör kazanacak ve  diğer girişimcilere cesaret veren bir örnek olacaktır.

Paydaşlar  için çok güzel  bir teori ancak bu işin önünde engeller bulunmaktadır.

Bütçeleme ve sabit giderler kalemi en önemli engel olarak özel sektörün önünde durmaktadır.

Fiyatları rekabetçi yapabilmek ve sürekli kar edebilmenin iki etkeni vardır. Çok satmak – az harcamak.

Firmalar satış yapmak için odaklanırlar ancak önceliklerinde  sabit giderlerin kısıtması ,  orta- uzun vadeli projeleri devamlı ertelenmesi  hatta hiç yapılmaması gibi uygulamalar vardır.

Projeleri planlamamak size yol ,su ,elektrik olarak geri döner. Yani biraz abartarak ifade edeyim;

 ‘’ Dün yemediğin hurmalar (orijinali yediğin) yarın bir tarafını tırmalar’’

Bunun altında patronun aşırı kar etme , rekabet nedeniyle paniğe girip bilinci kaybetme,  yöneticinin koltuk kaybetme korkusu , buna bağlı olarak orta –uzun vadeli planlama yapılmaması  , hatta hiç düşünmemesi yatar.

Yöneticilerin kısa vade düşünmesi nedeniyle bazen iş sonuçları kötüye gider. Sonra  satışlardaki  değişken bütçelerden parayı kullanır , iş sonuçlarını düzeltmeye çalışırsınız. Bunu yapmak için patronları ikna etmeniz ayrı zorluktur.

Fiyatta indirim yapar , bir kısım kar gider sonra biz zaten bunu ön görmüştük diyerek kendinizi kandırır, seneye benzer senaryoları yaşarsınız.

Sonuçta malınızı satmaktır öncelikli olan. Satmazsanız malı denize atacak haliniz yok.

Devletin özelleştirmede istenilen gelişim faktörlerini  açıkça anlaşmaya dökmesi ve bunu takip etmesi gerekir.

İş güvenliği nedeniyle kaçış odaları var mı ?  Hava bacaları  standart mı ? Yüksek seviye teknoji kullanan ülkelerdeki uygulama projede ne zaman tamamlanacak ?

Çocuğun ismini koyarsanız zorluk yaşamazsınız.

İşi veren istediğini yazmıştır , işi alan neyi ne zaman yapacağı bilgisini  anlaşma metnine atacağı imza ile onaylamıştır.

Bir felaket yaşanırsa şuçlunun kim olduğu anlaşılır belkide testi kırılmadan önlem alınır.


Aksi halde ön görülmeyen kayıplar yaşar , gitti gidenler diye daha çok üzülürüz.


Özel sektör kar peşinde olabilir bu gayet doğaldır  ancak devlet yetkisini kullanıp gerek şirket içi gerekse şirket dışı denetimler ile madencilik  gibi riski yüksek iş kollarını  yönetebilmesi gerekir.


Çalıştığım dönemlerde denetleme ekiplerini paydaş  olarak gördüm. Senin göremediklerini dışardan farklı  bir göz olarak görmeleri , sana fikir verebilmeleri çok önemlidir. Denetlemenin en önemli tarafı ise senin önem sıralamasında ön sıralara koyduramadığın  eksiklikleri  raporlama ile yönetimin önüne koymaları , hatta baskı yapmalarıdır.

Yararını çok gördüm. Bu nedenle arkadaşlarıma denetçilerden bir şey kaçırmayın bu fırsattır diye talimat vermişimdir.

Bazende  kişisel alt yapısı sağlam olmayan , iyi seçilemeyen  denetçilerin kraldan çok kralcı olmak , kendini yönetime göstermek arzuları , denetlenenler ile şık olmayan ilişkiler kurmaları, gelişimin önünü kesmiştir.

Bu kişilerle karşılaşınca adamlarımıza talimatımız ser verin sır vermeyin şeklinde olmuştur.

İnsan faktörü .....

Düşük kaliteli  denetim  işin doğru  yapılmasına engelleyici faktör olacaktır. Riski yüksek sektörlerde ise alt yapı oluşumu ve denetim ,olmazsa olmazdır.  


İşimizi her seviyede doğru yapmalıyız. Aksi  durumda ;

Sistem daha çok Veli Göçer, Alp Gürkan gibi günah keçileri yaratır. Bizde
yüzlerce yetim için,  bazen gerçek  bazende timsah gözyaşları dökeriz.












18 Mayıs 2014 Pazar

CİHAN ERÇETİN ANISINA




Babam denizciydi. Çocukluk yıllarımı babasız geçirdim. Ayda yılda bir görürdüm babamı....

Avrupa'ya , Amerika’ya gitti .... geldi.

Zor meslektir denizcilik. Günlerce denizde kalmak ,aileyi görememek....

Mutlaka güzel taraflarıda vardır. Rahmetli babam şöyle derdi;

‘’ Çok güzel meslektir denizcilik. Günlerce yoksun , eve dönersin ailen seni kral gibi karşılar , padişah gibi yaşatır. Özlemişlerdir ......

Denize dönersin , karışanın yoktur.Kafanı dinlersin. Güzel meslektir denizcilik ‘’

Baba olmayınca sağolsun annem,  babalık yaptı yıllarca.... Birde rahmetli eniştem.

Üniversite bitirmiş kültürlü , ablamla evlenen , beni de oğlu yerine koyan , çok seven...

Öğütleri benim için hayatta çok değerli yol haritası oldu.  Öğütlerinden birisi şöyleydi            ‘’ Arkadaşlarını iyi seç. Seni kültür, çevre , sosyal olarak yukarı taşısınlar. Onlarla yaşa , onlardan öğren. ‘’

Bende elimden geldiği kadar  arkadaş seçimini dikkat etmeye çalıştım.

Cihan Erçetin bu arkadaşlarımdan biri oldu.

Ortaokul sıralarında oturduğumuz ... Cihan Erçetin...

Şen şakrak ,eğlenceli , iri gövdeli , arkadaş canlısı..

Ağabeyi Cem , Osmanbey’de pizza dükkanı açmıştı. Tam kavşakta , şimdiki YKB  karşısında , alt katta abajur dükkanı  olan Pizza dükkanı. Sanıyorum ismi Pizza Pino olmalıydı.

İstanbul’da  ilk pizzacı sanıyorum Emirgan sahildeydi. Yemek için sıraya girerdik. Cem abinin Pizza lokantası İstanbul’daki ikinci pizzacı olmalıydı. Beni oraya götürür bol bol pizza ile tanıştırırdı.

Cem bey dönemin sosyetesine dahildi .  Sevgili Cihan Emirgan’daki eve götürür ağabeyinin takım elbiselerini gösterirdi. Cem bey sadece Pierre Cardin marka kullanırmış. O dönem Türkiye’de fazlaca bulunmayan,  fiyatının yüksekliği ile ünlü bir markaydı. Marka ile ilk tanışıklığı ondan öğrenmiştim.

Yaşadığımız sosyal çevreden çok daha farklı bir çevre olduğunu gene ondan öğrenmiştim.

Zaman zaman yaşımız tutmasa da Çiçek Pasajı’na gider , biramızı içer , bazende Aksaray’dan aldığımız balıkları Florya’da mangal ziyafetine dönüştürdük.

Eğlenceli , güzel insandı Cihan.....

Son yıllarını Kemer’de işletmecilik yaparak geçirmişti.

Sabah gazetede vefat ilanını görünce , yakıştıramadım.

Benim arkadaşım Cihan olamazdı !!!!!

Cem abinin kardeşi Cihan olduğunu okuyunca gerçeğide anladım.

Bizim arkadaşımızdı vefat eden.

Gençlik yıllarımda beni yükseklere taşıyan Cihan’dı.

Bana öğretendi....

Farkında olmasa da bende emeği olan Cihan’dı.

Güzel insandı o...

Allah rahmet eylesin. Nur içinde yatsın.






13 Mayıs 2014 Salı

MONTE KRISTO


Yıllar önce gecenin geç vakti hatalı olarak girilmez yola girdim. Herhalde bu hatayı yapan çok kişi vardı ki polis beni  hemen yakaladı.

Yakalanmıştık bir kere gerekeni yapacak cezayı ödeyecektim. Polis aracına yöneldim ancak  memurunun beklenilmeyen bir konuşmasıyla karşılaştım;

Gecenin bu vaktinde bekliyoruz. Bari bir çorba parası at.....

Çok şükür artık bu türlü davranışlarla pek karşılaşmıyoruz. İstisnalar mutlaka vardır ancak son yıllarda kurum çalışanlarına verilen eğitimler sayesinde  vatandaşla olan iletişimler bir miktar düzeldi.

Aslında  çorba parası hikayesi  Bulgar trafik polisinden bize mirastır. Yurtdışına arabayla gidenler iyi  bilir ,en ufak hatada ;

Komşi at bir çorba parası.....

Bu hukuki olmayan durumlar bazen devletlerin politikası haline dönüşüyor. 1980 öncesi kaçakçılık Bulgaristan’ın bilinen, hatta resmi  politikasıydı. Her türlü kaçak iş Bulgaristan üzerinden yapılırdı.

Silaha geç , sigaraya geç , uyuşturucuya geç.  Komisyonu aracılar vasıtasıyla devlete öde.

Birde devletin resmi politikası olmayıp  bilmemek, görmemek üzerine kurulmuş sistem vardı. 2000 öncesi yıllarda ülkenin 1 cente muhtaç olduğu yetkililer tarafından açıkça beyan edilen Türkiye, nasıl yıllarca ayakta durmuştur. Biraz farklı bir modelle ;

Silaha geç , sigaraya geç , uyuşturucuya geç. Komisyonu kaçakcı ve devletteki işbirlikçilerle paylaş .

Para içerde kalsın. Kayıtsız , hukuksuz, resmi olmayan ancak gerçek.

Avrupa Topluluğu’na girmesine rağmen Bulgaristan’ı yıllar yılı itibar sahibi yapmayan uygulama  Türkiye’yi de itibarsızlaştırmıştır..

Siyasetçiler bunu sistemin bozukluğuna bağladılar.

Sistemin doğru çalışması için şeffaflık ve denetim şart ancak başarmak o kadar kolay olmuyor. Birileri menfaatlerine dokunduğu için çomak sokup duruyor.

Örneğin Polis okullarına giren gençlerin milleti soyalım düşüncesi ile davrandığını düşünmüyorum.

Çoğunun idealist olduğuna ,ekmek parası için mesleği seçtiğine inanıyorum. Gelin görünki düşük maaş politikaları , sosyal sorunlar,denetimsizlik  farklı uygulamalar getiriyor. Yapanın yanına kar kalan sistem olması nedeniyle görev yapanlarda düzgün davranmamaya başlıyorlar. Yeni mezunlar yarın yönetici olduklarında durum daha da karışıyor. Bütün devlet kurumlarında benzer durumlar var.

Rüşvet , bahşiş, kayırma , torpil günümüzde azalmakla birlikte kaybolmadı . Belki şekil değişti. Üst kademelerin payı arttı ,alt kademeler halkla daha fazla ilişkide oldukları ve göz önünde olmaları nedeniyle payları azaldı.

Başkent  Ankara’da bir miktar ticaret, fazlaca bürokrasi ve memuru vardır. Sanayi fazla yoktur, madencilik yoktur, turizm yoktur.Yani görünür geliri fazla değildir.

İlginçtir zengini boldur, villası boldur, lüks aracı boldur. Nereden geliyorsa ?

Özel sektörde yıllarca çalıştım. Malım ,mülküm ortada. Benim gelirimin yarısını kazanamayanlara ‘’ Sen memur maaşınla nasıl oluyorda villada oturup bu lüks arabaya biniyorsun ? Bu gelirin kaynağı nedir ? ‘’ diye soran yok.

Sorsalar belkide sıranın kendisine geleceğini biliyorlar.


Yıllar önce Paris’te Equip Auto isimli fuara katılmıştım. Orada bir Türk iş adamı ve yanındaki asistanı ile tanıştım. İş adamı otomotiv işindeydi ancak daha önce tanışmamıştık. Güzel bir sohbet sonrası beni akşam yemeğine davet etti. Champ Elysees’e caddesinde hoş bir yemek yedik. Bu kibar iş adamı ile frekansımız tutmuştu. Yemek sonrası teşekkür ederek ayrıldık.

Bir ay sonrası şirkete adıma paket geldi. Açtık , içinden daha kuçük bir paket çıktı.Küçük paketi açınca içinden ekranlı , kapaklı ,televizyona  benzer birşey  çıktı. Ne olduğunu bilemedik. Gençlere sorduk , dizüstü bilgisayar olabileceğini söylediler. O dönemler dizüstü bilgisayar henüz pazarla tanışmamıştı.

Kim göndermişti ?

Fiyatı 2000 $ olan bilgisayarı ne amaçla göndermişti ?

Öğrendim ki o gece yemek yediğimiz iş adamı  arkadaşlığımdan hoşlanmış ,jest olsun diye bu hediyeyi göndermiş. Beni sempatik bulmuş olabilir ancak hediyeyi  gönderenin amacı  bağlantı kurmak , iş yapabilmek , biraz daha samimi olup işi  meşru olmayan  tarafa çekmek olabilirdi. Hediyeyi kabul etmemek  de şık olmazdı .

Cihazın bilgisini şirkete verdik ve kayıt ettirdik.

Ne olur ne olmaz !!!!!

Kurumsal şirketlerin etik kuralları vardır. Belli değerin üzerinde hediye kabul edilmez. Yarın ne olacağı belli olmaz.

Eski bakanımız Zafer Çağlayan’ı Ankara Sanayi Odası başkanlığından beri izlerim. Başarılı , dinamik, kürsüye yakışan,etkileyici , benim de beğendiğim bir siyasetçidir.

Saat olayında sınıfta kalması beni gerçekten üzmüştür.

Reza Zarrab isimli genç İranlı , roman kahramanı  Edmon Dantes gibi aniden ortaya çıkarak  zenginim , güçlüyüm ülkenin % 15  dış ticaret açığını ben kapattım diyecek ve şirketleri on milyon TL  vergi verecek. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu.

Koç ailesi dış ticaretin kapatılmasına bu kadar katkı sağladı mı bilemiyorum ancak şirketler hariç ailenin ödediği kişisel vergiler milyar TL ‘ yi buluyor.

Alexandre Duma’ın Monte Cristo Kontu isimli romanı  güzel bir kitap ancak bizim Zarrab canlı kanlı gerçek.

Kötü niyet yoksa Zafer bey nasıl böyle oyuna gelir ?

Benim bilgisayar olayında gösterdiğim hassasiyeti bir bakan olarak neden göstermez ?

Yok hayır , bu  Bulgaristan uygulamaları gibi organize bir durumsa çok daha vahim. Gelişmeler işin malesef organize olduğunu gösteriyor. En azından kamu vicdanı şimdilik böyle değerlendiriyor.

Umarım sonunda halkın nefretle hatırlayacağı bir sonuç çıkmaz. Halkın kötü örneklere değil , güzel örneklere ihtiyacı var.

Sayın Başbakan’ı yıllardır takip ediyoruz. İlk işe girişi , eşiyle tanışması , ekonomik zorluklarını ,İETT ‘de futbolculuğunu , Ülker bayisi olduğunu, şirketi iyi paraya sattığını. Gençlik yıllarından beridir siyasetin içinde olduğunu.İstese de ticaretin içinde olamayacağını , buna zamanı olmadığını biliyoruz.

Diğer taraftan kendisinin inanılmaz para ,mal mülk sahibi olduğu iddiaları mevcut. Seçim oncesi yayınlanan tapelerin  henüz aksi ispatlanmış değil. Böyle bir karışık durum ortada ve milletin bir kısmı bunu kabullenmiş gözüküyor. Seçim sonuçlarını böyle okumak mümkün.

Bulgaristan örneği nasıl doğru örnek olamazsa , malı götürmeyi  kabullenmekte doğru olmaz. Böyle bir yakıştırma dahi ülkenin itibarından çok şey götürür bir daha geri getirmek kolay olmaz.

Bu tür iddialara muhatap olmamak için demokrasi ile yönetilen ülkelerde şeffaflık şarttır.

Kimseye ön yargı ile bakamayız. Kimseyi  suçu ispatlanmadan ,hüküm giymeden suçlu gösteremeyiz. Ancak kamu vicdanı denen şey kişiyi, insanların gönlünde suçlu haline getiriyor. Bu da hayatın gerçeği....

Siyasetçi , devlet memuru , yönetici her kimse,  akçalı pakçalı işlerle uğraşanlar malının ve parasının hesabını iyi vermelidir.

Belediye başkanı oldum. Başlangıçta bu kadar param ve malım vardı. Başkanlık bitti param ve malım bu kadar. Aradaki fark miras kaldı, maaşı  biriktirdim.

Milletvekili oldum. Başlangıçta bu kadar param ve malım vardı. Başkanlık bitti param ve malım bu kadar. Aradaki fark miras kaldı, maaşı  biriktirdim.

Başbakan oldum. Başlangıçta bu kadar param ve malım vardı. Başkanlık bitti param ve malım bu kadar. Aradaki fark miras kaldı, maaşı  biriktirdim.

Cumhurbaşkanı oldum. Başlangıçta bu kadar param ve malım vardı. Başkanlık bitti param ve malım bu kadar. Aradaki fark miras kaldı, maaşı  biriktirdim.


Basit değilmi ? Bunu yaparsan eleştiri yapanların , sana iftira atanların ağzına sokarsın laflarını.

Göreve talip olanların kendilerini garantiye almak için  yapması gereken  ilk uygulama olması gerekir.

Gerçekten temizsen.Gerçekten düzgünsen....

Başkaları için değil , kendileri için...

Zira siyaset para kazanma yeri değil , hizmet etmek yeridir.

1990 Yılında çıkan mal bildirim kanunu  seçimle göreve gelenler , devlet memurları vs için zorunluluk getirmiş ancak kamuyla bilgi paylaşımında bulunan çok az siyasetçi gördüm.

Tartışmalara konu olan Sayın Başbakan , Sayın Çağlayan , Sayın Bakanlar , Sayın Başkanlar , Sayın Bürokratlar.....

Kayıtlarınızı göğsünüzü gere gere halk ile paylaşın .

Saklayacak ,utanılacak bir şeyler yoksa.

Sizde rahat olun , millette rahat olsun.

Çıkartın belgenizi , hesap hareketlerinizi , faturanızı. Çarpın iddia sahiplerinin suratına..
Çıkartmazsanız, göstermezseniz belgelerinizi kamu vicdanı ile karşı karşıya kalacaksınız demektir.

Bu duruma hazır olun.

Adam elinde bir bıçak ile camiye girer:

 “Ey cemaat içinizde Müslüman olan var mı?” diye bağırır. Herkes susar.

Yaşlı bir amca kalkar “Ben varım” der.

Bıçaklı adam amcaya, bir dakika dışarı gelir misin diyerek koluna girer camiden çıkarlar.

Biraz ötede bağlı bir koyunun yanına gidip, “Amca; bu kurbanı kesmeme yardımcı olur musun, İslami, kurallara uygun keselim” der.

Amca koyunu kesmeye başlar. Yaşlılık bu ya her taraf kan olur. Amca; “Oğlum yoruldum camiye git başka birini bul” der. Adam elinde kanlı bıçağı ile camiye girerek bağırır.

“İçinizde başka bir Müslüman var mı ?”  Yaşlı amcayı götürüp kestiğini zanneden cemaat ses çıkarmaz, ama topluca dönüp imama bakarlar. İmam; “Ne bakıyorsunuz ulan, iki rekat namaz kıldırmakla Müslüman mı olduk ! ”

Yanlış anlamalar imajınızı bozar, yapılan güzel  işler çöp olur gider.

Unutmayalım halk liderlerini takip eder.

Doğru yaparsan doğru yaparlar , yanlış yaparsan senden daha yanlışını yaparlar.


Sözün özü ‘’ İmam O.....a. , Cemaat s....r.

Bu nedenle kendi şeffaf olmayan siyasetçi,  benim siyasetçim olamaz.

Gerisini siz deyiverin gari........