Yıllar
önce gecenin geç vakti hatalı olarak girilmez yola girdim. Herhalde bu hatayı
yapan çok kişi vardı ki polis beni hemen
yakaladı.
Yakalanmıştık
bir kere gerekeni yapacak cezayı ödeyecektim. Polis aracına yöneldim ancak memurunun beklenilmeyen bir konuşmasıyla
karşılaştım;
Gecenin bu vaktinde
bekliyoruz. Bari bir çorba parası at.....
Çok
şükür artık bu türlü davranışlarla pek karşılaşmıyoruz. İstisnalar mutlaka
vardır ancak son yıllarda kurum çalışanlarına verilen eğitimler sayesinde vatandaşla olan iletişimler bir miktar
düzeldi.
Aslında
çorba parası hikayesi Bulgar trafik polisinden bize mirastır. Yurtdışına
arabayla gidenler iyi bilir ,en ufak
hatada ;
Komşi at bir çorba
parası.....
Bu
hukuki olmayan durumlar bazen devletlerin politikası haline dönüşüyor. 1980
öncesi kaçakçılık Bulgaristan’ın bilinen, hatta resmi politikasıydı. Her türlü kaçak iş Bulgaristan
üzerinden yapılırdı.
Silaha geç ,
sigaraya geç , uyuşturucuya geç. Komisyonu
aracılar vasıtasıyla devlete öde.
Birde
devletin resmi politikası olmayıp bilmemek, görmemek üzerine kurulmuş sistem
vardı. 2000 öncesi yıllarda ülkenin 1 cente muhtaç olduğu yetkililer tarafından
açıkça beyan edilen Türkiye, nasıl yıllarca ayakta durmuştur. Biraz farklı bir
modelle ;
Silaha geç ,
sigaraya geç , uyuşturucuya geç. Komisyonu kaçakcı ve devletteki
işbirlikçilerle paylaş .
Para içerde kalsın.
Kayıtsız , hukuksuz, resmi olmayan ancak gerçek.
Avrupa
Topluluğu’na girmesine rağmen Bulgaristan’ı yıllar yılı itibar sahibi yapmayan
uygulama Türkiye’yi de itibarsızlaştırmıştır..
Siyasetçiler
bunu sistemin bozukluğuna bağladılar.
Sistemin
doğru çalışması için şeffaflık ve denetim şart ancak başarmak o kadar kolay olmuyor.
Birileri menfaatlerine dokunduğu için çomak sokup duruyor.
Örneğin
Polis okullarına giren gençlerin milleti soyalım düşüncesi ile davrandığını
düşünmüyorum.
Çoğunun
idealist olduğuna ,ekmek parası için mesleği seçtiğine inanıyorum. Gelin
görünki düşük maaş politikaları , sosyal sorunlar,denetimsizlik farklı uygulamalar getiriyor. Yapanın yanına
kar kalan sistem olması nedeniyle görev yapanlarda düzgün davranmamaya
başlıyorlar. Yeni mezunlar yarın yönetici olduklarında durum daha da karışıyor.
Bütün devlet kurumlarında benzer durumlar var.
Rüşvet
, bahşiş, kayırma , torpil günümüzde azalmakla birlikte kaybolmadı . Belki
şekil değişti. Üst kademelerin payı arttı ,alt kademeler halkla daha fazla
ilişkide oldukları ve göz önünde olmaları nedeniyle payları azaldı.
Başkent
Ankara’da bir miktar ticaret, fazlaca bürokrasi
ve memuru vardır. Sanayi fazla yoktur, madencilik yoktur, turizm yoktur.Yani
görünür geliri fazla değildir.
İlginçtir
zengini boldur, villası boldur, lüks aracı boldur. Nereden geliyorsa ?
Özel
sektörde yıllarca çalıştım. Malım ,mülküm ortada. Benim gelirimin yarısını
kazanamayanlara ‘’ Sen memur maaşınla nasıl oluyorda villada oturup bu lüks
arabaya biniyorsun ? Bu gelirin kaynağı nedir ? ‘’ diye soran yok.
Sorsalar
belkide sıranın kendisine geleceğini biliyorlar.
Yıllar
önce Paris’te Equip Auto isimli fuara katılmıştım. Orada bir Türk iş adamı ve
yanındaki asistanı ile tanıştım. İş adamı otomotiv işindeydi ancak daha önce
tanışmamıştık. Güzel bir sohbet sonrası beni akşam yemeğine davet etti. Champ
Elysees’e caddesinde hoş bir yemek yedik. Bu kibar iş adamı ile frekansımız
tutmuştu. Yemek sonrası teşekkür ederek ayrıldık.
Bir
ay sonrası şirkete adıma paket geldi. Açtık , içinden daha kuçük bir paket
çıktı.Küçük paketi açınca içinden ekranlı , kapaklı ,televizyona benzer birşey çıktı. Ne olduğunu bilemedik. Gençlere sorduk
, dizüstü bilgisayar olabileceğini söylediler. O dönemler dizüstü bilgisayar
henüz pazarla tanışmamıştı.
Kim
göndermişti ?
Fiyatı
2000 $ olan bilgisayarı ne amaçla göndermişti ?
Öğrendim
ki o gece yemek yediğimiz iş adamı arkadaşlığımdan hoşlanmış ,jest olsun diye bu
hediyeyi göndermiş. Beni sempatik bulmuş olabilir ancak hediyeyi gönderenin amacı bağlantı kurmak , iş yapabilmek , biraz daha
samimi olup işi meşru olmayan tarafa çekmek olabilirdi. Hediyeyi kabul
etmemek de şık olmazdı .
Cihazın
bilgisini şirkete verdik ve kayıt ettirdik.
Ne
olur ne olmaz !!!!!
Kurumsal
şirketlerin etik kuralları vardır. Belli değerin üzerinde hediye kabul edilmez.
Yarın ne olacağı belli olmaz.
Eski
bakanımız Zafer Çağlayan’ı Ankara Sanayi Odası başkanlığından beri izlerim.
Başarılı , dinamik, kürsüye yakışan,etkileyici , benim de beğendiğim bir
siyasetçidir.
Saat
olayında sınıfta kalması beni gerçekten üzmüştür.
Reza
Zarrab isimli genç İranlı , roman kahramanı Edmon Dantes gibi aniden ortaya çıkarak zenginim , güçlüyüm ülkenin % 15 dış ticaret açığını ben kapattım diyecek ve
şirketleri on milyon TL vergi verecek. Bu
ne perhiz bu ne lahana turşusu.
Koç
ailesi dış ticaretin kapatılmasına bu kadar katkı sağladı mı bilemiyorum ancak
şirketler hariç ailenin ödediği kişisel vergiler milyar TL ‘ yi buluyor.
Alexandre
Duma’ın Monte Cristo Kontu isimli romanı
güzel bir kitap ancak bizim Zarrab canlı kanlı gerçek.
Kötü
niyet yoksa Zafer bey nasıl böyle oyuna gelir ?
Benim
bilgisayar olayında gösterdiğim hassasiyeti bir bakan olarak neden göstermez ?
Yok
hayır , bu Bulgaristan uygulamaları gibi
organize bir durumsa çok daha vahim. Gelişmeler işin malesef organize olduğunu
gösteriyor. En azından kamu vicdanı şimdilik böyle değerlendiriyor.
Umarım
sonunda halkın nefretle hatırlayacağı bir sonuç çıkmaz. Halkın kötü örneklere
değil , güzel örneklere ihtiyacı var.
Sayın
Başbakan’ı yıllardır takip ediyoruz. İlk işe girişi , eşiyle tanışması ,
ekonomik zorluklarını ,İETT ‘de futbolculuğunu , Ülker bayisi olduğunu, şirketi
iyi paraya sattığını. Gençlik yıllarından beridir siyasetin içinde
olduğunu.İstese de ticaretin içinde olamayacağını , buna zamanı olmadığını
biliyoruz.
Diğer
taraftan kendisinin inanılmaz para ,mal mülk sahibi olduğu iddiaları mevcut.
Seçim oncesi yayınlanan tapelerin henüz
aksi ispatlanmış değil. Böyle bir karışık durum ortada ve milletin bir kısmı
bunu kabullenmiş gözüküyor. Seçim sonuçlarını böyle okumak mümkün.
Bulgaristan
örneği nasıl doğru örnek olamazsa , malı götürmeyi kabullenmekte doğru olmaz. Böyle bir
yakıştırma dahi ülkenin itibarından çok şey götürür bir daha geri getirmek kolay
olmaz.
Bu
tür iddialara muhatap olmamak için demokrasi ile yönetilen ülkelerde şeffaflık
şarttır.
Kimseye
ön yargı ile bakamayız. Kimseyi suçu
ispatlanmadan ,hüküm giymeden suçlu gösteremeyiz. Ancak kamu vicdanı denen şey
kişiyi, insanların gönlünde suçlu haline getiriyor. Bu da hayatın gerçeği....
Siyasetçi
, devlet memuru , yönetici her kimse, akçalı pakçalı işlerle uğraşanlar malının ve parasının
hesabını iyi vermelidir.
Belediye
başkanı oldum. Başlangıçta bu kadar param ve malım vardı. Başkanlık bitti param
ve malım bu kadar. Aradaki fark miras kaldı, maaşı biriktirdim.
Milletvekili
oldum. Başlangıçta bu kadar param ve malım vardı. Başkanlık bitti param ve
malım bu kadar. Aradaki fark miras kaldı, maaşı biriktirdim.
Başbakan
oldum. Başlangıçta bu kadar param ve malım vardı. Başkanlık bitti param ve
malım bu kadar. Aradaki fark miras kaldı, maaşı biriktirdim.
Cumhurbaşkanı
oldum. Başlangıçta bu kadar param ve malım vardı. Başkanlık bitti param ve
malım bu kadar. Aradaki fark miras kaldı, maaşı biriktirdim.
Basit
değilmi ? Bunu yaparsan eleştiri yapanların , sana iftira atanların ağzına
sokarsın laflarını.
Göreve
talip olanların kendilerini garantiye almak için yapması gereken ilk uygulama olması gerekir.
Gerçekten
temizsen.Gerçekten düzgünsen....
Başkaları
için değil , kendileri için...
Zira
siyaset para kazanma yeri değil , hizmet etmek yeridir.
1990
Yılında çıkan mal bildirim kanunu seçimle göreve gelenler , devlet memurları vs
için zorunluluk getirmiş ancak kamuyla bilgi paylaşımında bulunan çok az
siyasetçi gördüm.
Tartışmalara
konu olan Sayın Başbakan , Sayın Çağlayan , Sayın Bakanlar , Sayın Başkanlar ,
Sayın Bürokratlar.....
Kayıtlarınızı
göğsünüzü gere gere halk ile paylaşın .
Saklayacak
,utanılacak bir şeyler yoksa.
Sizde rahat olun ,
millette rahat olsun.
Çıkartın
belgenizi , hesap hareketlerinizi , faturanızı. Çarpın iddia sahiplerinin
suratına..
Çıkartmazsanız,
göstermezseniz belgelerinizi kamu vicdanı ile karşı karşıya kalacaksınız
demektir.
Bu
duruma hazır olun.
Adam elinde bir bıçak ile camiye girer:
“Ey cemaat içinizde
Müslüman olan var mı?” diye bağırır. Herkes
susar.
Yaşlı bir amca kalkar “Ben varım” der.
Bıçaklı adam amcaya, bir dakika dışarı gelir
misin diyerek koluna girer camiden çıkarlar.
Biraz ötede bağlı bir koyunun yanına gidip, “Amca; bu kurbanı kesmeme yardımcı olur
musun, İslami, kurallara uygun keselim”
der.
Amca koyunu kesmeye başlar. Yaşlılık bu ya her
taraf kan olur. Amca; “Oğlum yoruldum
camiye git başka birini bul” der.
Adam elinde kanlı bıçağı ile camiye girerek bağırır.
“İçinizde başka bir Müslüman var mı ?” Yaşlı amcayı götürüp
kestiğini zanneden cemaat ses çıkarmaz, ama topluca dönüp imama bakarlar. İmam;
“Ne bakıyorsunuz ulan, iki rekat namaz
kıldırmakla Müslüman mı olduk ! ”
Yanlış
anlamalar imajınızı bozar, yapılan güzel işler çöp olur gider.
Unutmayalım
halk liderlerini takip eder.
Doğru
yaparsan doğru yaparlar , yanlış yaparsan senden daha yanlışını yaparlar.
Sözün
özü ‘’ İmam O.....a. , Cemaat s....r.
Bu nedenle kendi
şeffaf olmayan siyasetçi, benim
siyasetçim olamaz.
Gerisini
siz deyiverin gari........
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder