21 Mayıs 2014 Çarşamba

GÜNAH KEÇİLERİ



Site güvenlik görevlisi kapıda durdurup bir zarfı elime tutuşturdu. Emekli olalı yaklaşık üç ay olmasına rağmen maaş bağlanmadı bu nedenle zarf  umut oldu benim için. Fakat  beklenti boşa çıktı. Gelen zarf, devletin sarı zarfı yerine mavi renkliydi .Belli ki SGK  bildirimi değildi.

Gelen zarfı açtığımda oldukça süslü ,isme gönderilmiş davetiye olduğunu gördüm.           

Ford Otosan Yeniköy fabrikasının açılışına davet göndermiş.

‘’ Öküz öldü , ortaklık bozuldu ‘’ diye bir sözümüz vardır , Ford Otosan yetkilileri tam tersine davranarak , emekli olsak da  muhteşem tesisin açılışına davet etmişler.

Sağolunlar , duygulandım.....

Gözümün önüne Ford ile yaşadığım yıllar geldi. Çamur nedeniyle İstinye binasına zor girdiğimiz Nasoto. Yükseklik nedeniyle araç nakliyatının  çok zorlandığı , basit montaj hatlarının olduğu, 30.000 araç üretiminin yapıldığı Otosan A.Ş.

Şimdi ise 3 üretim tesisi , 1 AR-GE merkezi , 1 Yedek parça deposu,  modern üretim teknolojileri , yetişmiş insan gücü ile 425.000 adet araç üretim kapasiteli bir dev.

Nereden ..... nereye....

Kolay olmadı....

Zaman içinde büyüme , global üretim merkezi olabilme kültürü oluştu.

Koç ve Ford ailelerinin katkıları , profesyonel yönetim ve global büyüme arzusunun etkileri çok olmuştur. Doğru zamanda doğru işler yapabilmek, Türkiye’de özel sektörün gelebileceği yerleri göstermiştir.

Devletin üretim veya ticaretin içinde olmak yerine, işi yönetmesi günün koşullarına uygun olacaktır. Eğitim ,sağlık, sosyal güvenlik, sistemi teşvik etmek ve verilen işin denetlenmesi  devletin orta ve uzun vadeli stratejileri içinde olmalıdır.

Son yıllarda dünyadaki özelleştirme hamlelerine paralel olarak , ülkemizde de çalışmalar yapılmaktadır. Çerçeveyi doğru çizmek işin sürekliliği açısından önem kazanmaktadır.

Devlet zaten teknolojiyi üst seviyede kullanıp , yönetimi doğru yapabilse işi kendi yapardı. Zaman bu modelin doğru çalışmadığını göstermiştir. Rusya’da dahi çalışmayan devletçilik, ülkenin ilerlemesi için doğru model olamaz.

Özelleştirme yapalım bu seferde karşımıza özel sektörün  en zayıf noktalarından birisi olan sermaye eksikliği  ve kaliteli yönetim sorunu  çıkmaktadır. Özelleştirmenin hangi şartlarda , kime ,nasıl verildiği ise şeffaf yönetimlerin henüz tam olmaması nedeniyle bazı şüpheleri beraberinde getirmektedir.

Koç Grubu , ülkenin en büyük kuruluşlarından Tüpraş’ı satın aldıktan sonra % 20 ilave parayı  teknolojik ihtiyaç için harcamıştır. Bunu yapabilmek için Koç Holding’in kredi itibarı ve niyeti vardır. Başarılı çalışmalar Tüpraş’ı ülkenin en büyük sanayi kuruluşu yapmıştır. Yapılan işten vergi ve istihdam sağlanmıştır.

Bu örnekten anlaşıldığı gibi özelleştirme ile birlikte işi geliştirme de çok önemlidir. Geliştirme  özelleştirmeyi yapan devlet kuruluşu tarafından takip edilmelidir. Proje planlamalarında geliştirme ile ilgili madde ve dateline’lar zorunluluk haline getirilmelidir.

Soma örneğinde devletin pahalı ürettiği kömür, dünya ile rekabet etmekten uzaktır. Özelliştirme yapılarak kazan –kazan sağlanması güzel bir uygulamadır. Özel sektör, kömürü daha ucuza üretecektir. Devlet üretimden zarar etmeyecek hatta işletim geliri kazanacak ve devletin vatandaşına yapması gereken eğitim ,sağlık ve sosyal güvenlik konusuna destek olacaktır. İşin boyutunun büyümesi durumunda istihdam sağlanacak  ,  yeni üretim teknikleri geliştirerek sektörde önderlik yapılacak ,özel sektör kazanacak ve  diğer girişimcilere cesaret veren bir örnek olacaktır.

Paydaşlar  için çok güzel  bir teori ancak bu işin önünde engeller bulunmaktadır.

Bütçeleme ve sabit giderler kalemi en önemli engel olarak özel sektörün önünde durmaktadır.

Fiyatları rekabetçi yapabilmek ve sürekli kar edebilmenin iki etkeni vardır. Çok satmak – az harcamak.

Firmalar satış yapmak için odaklanırlar ancak önceliklerinde  sabit giderlerin kısıtması ,  orta- uzun vadeli projeleri devamlı ertelenmesi  hatta hiç yapılmaması gibi uygulamalar vardır.

Projeleri planlamamak size yol ,su ,elektrik olarak geri döner. Yani biraz abartarak ifade edeyim;

 ‘’ Dün yemediğin hurmalar (orijinali yediğin) yarın bir tarafını tırmalar’’

Bunun altında patronun aşırı kar etme , rekabet nedeniyle paniğe girip bilinci kaybetme,  yöneticinin koltuk kaybetme korkusu , buna bağlı olarak orta –uzun vadeli planlama yapılmaması  , hatta hiç düşünmemesi yatar.

Yöneticilerin kısa vade düşünmesi nedeniyle bazen iş sonuçları kötüye gider. Sonra  satışlardaki  değişken bütçelerden parayı kullanır , iş sonuçlarını düzeltmeye çalışırsınız. Bunu yapmak için patronları ikna etmeniz ayrı zorluktur.

Fiyatta indirim yapar , bir kısım kar gider sonra biz zaten bunu ön görmüştük diyerek kendinizi kandırır, seneye benzer senaryoları yaşarsınız.

Sonuçta malınızı satmaktır öncelikli olan. Satmazsanız malı denize atacak haliniz yok.

Devletin özelleştirmede istenilen gelişim faktörlerini  açıkça anlaşmaya dökmesi ve bunu takip etmesi gerekir.

İş güvenliği nedeniyle kaçış odaları var mı ?  Hava bacaları  standart mı ? Yüksek seviye teknoji kullanan ülkelerdeki uygulama projede ne zaman tamamlanacak ?

Çocuğun ismini koyarsanız zorluk yaşamazsınız.

İşi veren istediğini yazmıştır , işi alan neyi ne zaman yapacağı bilgisini  anlaşma metnine atacağı imza ile onaylamıştır.

Bir felaket yaşanırsa şuçlunun kim olduğu anlaşılır belkide testi kırılmadan önlem alınır.


Aksi halde ön görülmeyen kayıplar yaşar , gitti gidenler diye daha çok üzülürüz.


Özel sektör kar peşinde olabilir bu gayet doğaldır  ancak devlet yetkisini kullanıp gerek şirket içi gerekse şirket dışı denetimler ile madencilik  gibi riski yüksek iş kollarını  yönetebilmesi gerekir.


Çalıştığım dönemlerde denetleme ekiplerini paydaş  olarak gördüm. Senin göremediklerini dışardan farklı  bir göz olarak görmeleri , sana fikir verebilmeleri çok önemlidir. Denetlemenin en önemli tarafı ise senin önem sıralamasında ön sıralara koyduramadığın  eksiklikleri  raporlama ile yönetimin önüne koymaları , hatta baskı yapmalarıdır.

Yararını çok gördüm. Bu nedenle arkadaşlarıma denetçilerden bir şey kaçırmayın bu fırsattır diye talimat vermişimdir.

Bazende  kişisel alt yapısı sağlam olmayan , iyi seçilemeyen  denetçilerin kraldan çok kralcı olmak , kendini yönetime göstermek arzuları , denetlenenler ile şık olmayan ilişkiler kurmaları, gelişimin önünü kesmiştir.

Bu kişilerle karşılaşınca adamlarımıza talimatımız ser verin sır vermeyin şeklinde olmuştur.

İnsan faktörü .....

Düşük kaliteli  denetim  işin doğru  yapılmasına engelleyici faktör olacaktır. Riski yüksek sektörlerde ise alt yapı oluşumu ve denetim ,olmazsa olmazdır.  


İşimizi her seviyede doğru yapmalıyız. Aksi  durumda ;

Sistem daha çok Veli Göçer, Alp Gürkan gibi günah keçileri yaratır. Bizde
yüzlerce yetim için,  bazen gerçek  bazende timsah gözyaşları dökeriz.












18 Mayıs 2014 Pazar

CİHAN ERÇETİN ANISINA




Babam denizciydi. Çocukluk yıllarımı babasız geçirdim. Ayda yılda bir görürdüm babamı....

Avrupa'ya , Amerika’ya gitti .... geldi.

Zor meslektir denizcilik. Günlerce denizde kalmak ,aileyi görememek....

Mutlaka güzel taraflarıda vardır. Rahmetli babam şöyle derdi;

‘’ Çok güzel meslektir denizcilik. Günlerce yoksun , eve dönersin ailen seni kral gibi karşılar , padişah gibi yaşatır. Özlemişlerdir ......

Denize dönersin , karışanın yoktur.Kafanı dinlersin. Güzel meslektir denizcilik ‘’

Baba olmayınca sağolsun annem,  babalık yaptı yıllarca.... Birde rahmetli eniştem.

Üniversite bitirmiş kültürlü , ablamla evlenen , beni de oğlu yerine koyan , çok seven...

Öğütleri benim için hayatta çok değerli yol haritası oldu.  Öğütlerinden birisi şöyleydi            ‘’ Arkadaşlarını iyi seç. Seni kültür, çevre , sosyal olarak yukarı taşısınlar. Onlarla yaşa , onlardan öğren. ‘’

Bende elimden geldiği kadar  arkadaş seçimini dikkat etmeye çalıştım.

Cihan Erçetin bu arkadaşlarımdan biri oldu.

Ortaokul sıralarında oturduğumuz ... Cihan Erçetin...

Şen şakrak ,eğlenceli , iri gövdeli , arkadaş canlısı..

Ağabeyi Cem , Osmanbey’de pizza dükkanı açmıştı. Tam kavşakta , şimdiki YKB  karşısında , alt katta abajur dükkanı  olan Pizza dükkanı. Sanıyorum ismi Pizza Pino olmalıydı.

İstanbul’da  ilk pizzacı sanıyorum Emirgan sahildeydi. Yemek için sıraya girerdik. Cem abinin Pizza lokantası İstanbul’daki ikinci pizzacı olmalıydı. Beni oraya götürür bol bol pizza ile tanıştırırdı.

Cem bey dönemin sosyetesine dahildi .  Sevgili Cihan Emirgan’daki eve götürür ağabeyinin takım elbiselerini gösterirdi. Cem bey sadece Pierre Cardin marka kullanırmış. O dönem Türkiye’de fazlaca bulunmayan,  fiyatının yüksekliği ile ünlü bir markaydı. Marka ile ilk tanışıklığı ondan öğrenmiştim.

Yaşadığımız sosyal çevreden çok daha farklı bir çevre olduğunu gene ondan öğrenmiştim.

Zaman zaman yaşımız tutmasa da Çiçek Pasajı’na gider , biramızı içer , bazende Aksaray’dan aldığımız balıkları Florya’da mangal ziyafetine dönüştürdük.

Eğlenceli , güzel insandı Cihan.....

Son yıllarını Kemer’de işletmecilik yaparak geçirmişti.

Sabah gazetede vefat ilanını görünce , yakıştıramadım.

Benim arkadaşım Cihan olamazdı !!!!!

Cem abinin kardeşi Cihan olduğunu okuyunca gerçeğide anladım.

Bizim arkadaşımızdı vefat eden.

Gençlik yıllarımda beni yükseklere taşıyan Cihan’dı.

Bana öğretendi....

Farkında olmasa da bende emeği olan Cihan’dı.

Güzel insandı o...

Allah rahmet eylesin. Nur içinde yatsın.






13 Mayıs 2014 Salı

MONTE KRISTO


Yıllar önce gecenin geç vakti hatalı olarak girilmez yola girdim. Herhalde bu hatayı yapan çok kişi vardı ki polis beni  hemen yakaladı.

Yakalanmıştık bir kere gerekeni yapacak cezayı ödeyecektim. Polis aracına yöneldim ancak  memurunun beklenilmeyen bir konuşmasıyla karşılaştım;

Gecenin bu vaktinde bekliyoruz. Bari bir çorba parası at.....

Çok şükür artık bu türlü davranışlarla pek karşılaşmıyoruz. İstisnalar mutlaka vardır ancak son yıllarda kurum çalışanlarına verilen eğitimler sayesinde  vatandaşla olan iletişimler bir miktar düzeldi.

Aslında  çorba parası hikayesi  Bulgar trafik polisinden bize mirastır. Yurtdışına arabayla gidenler iyi  bilir ,en ufak hatada ;

Komşi at bir çorba parası.....

Bu hukuki olmayan durumlar bazen devletlerin politikası haline dönüşüyor. 1980 öncesi kaçakçılık Bulgaristan’ın bilinen, hatta resmi  politikasıydı. Her türlü kaçak iş Bulgaristan üzerinden yapılırdı.

Silaha geç , sigaraya geç , uyuşturucuya geç.  Komisyonu aracılar vasıtasıyla devlete öde.

Birde devletin resmi politikası olmayıp  bilmemek, görmemek üzerine kurulmuş sistem vardı. 2000 öncesi yıllarda ülkenin 1 cente muhtaç olduğu yetkililer tarafından açıkça beyan edilen Türkiye, nasıl yıllarca ayakta durmuştur. Biraz farklı bir modelle ;

Silaha geç , sigaraya geç , uyuşturucuya geç. Komisyonu kaçakcı ve devletteki işbirlikçilerle paylaş .

Para içerde kalsın. Kayıtsız , hukuksuz, resmi olmayan ancak gerçek.

Avrupa Topluluğu’na girmesine rağmen Bulgaristan’ı yıllar yılı itibar sahibi yapmayan uygulama  Türkiye’yi de itibarsızlaştırmıştır..

Siyasetçiler bunu sistemin bozukluğuna bağladılar.

Sistemin doğru çalışması için şeffaflık ve denetim şart ancak başarmak o kadar kolay olmuyor. Birileri menfaatlerine dokunduğu için çomak sokup duruyor.

Örneğin Polis okullarına giren gençlerin milleti soyalım düşüncesi ile davrandığını düşünmüyorum.

Çoğunun idealist olduğuna ,ekmek parası için mesleği seçtiğine inanıyorum. Gelin görünki düşük maaş politikaları , sosyal sorunlar,denetimsizlik  farklı uygulamalar getiriyor. Yapanın yanına kar kalan sistem olması nedeniyle görev yapanlarda düzgün davranmamaya başlıyorlar. Yeni mezunlar yarın yönetici olduklarında durum daha da karışıyor. Bütün devlet kurumlarında benzer durumlar var.

Rüşvet , bahşiş, kayırma , torpil günümüzde azalmakla birlikte kaybolmadı . Belki şekil değişti. Üst kademelerin payı arttı ,alt kademeler halkla daha fazla ilişkide oldukları ve göz önünde olmaları nedeniyle payları azaldı.

Başkent  Ankara’da bir miktar ticaret, fazlaca bürokrasi ve memuru vardır. Sanayi fazla yoktur, madencilik yoktur, turizm yoktur.Yani görünür geliri fazla değildir.

İlginçtir zengini boldur, villası boldur, lüks aracı boldur. Nereden geliyorsa ?

Özel sektörde yıllarca çalıştım. Malım ,mülküm ortada. Benim gelirimin yarısını kazanamayanlara ‘’ Sen memur maaşınla nasıl oluyorda villada oturup bu lüks arabaya biniyorsun ? Bu gelirin kaynağı nedir ? ‘’ diye soran yok.

Sorsalar belkide sıranın kendisine geleceğini biliyorlar.


Yıllar önce Paris’te Equip Auto isimli fuara katılmıştım. Orada bir Türk iş adamı ve yanındaki asistanı ile tanıştım. İş adamı otomotiv işindeydi ancak daha önce tanışmamıştık. Güzel bir sohbet sonrası beni akşam yemeğine davet etti. Champ Elysees’e caddesinde hoş bir yemek yedik. Bu kibar iş adamı ile frekansımız tutmuştu. Yemek sonrası teşekkür ederek ayrıldık.

Bir ay sonrası şirkete adıma paket geldi. Açtık , içinden daha kuçük bir paket çıktı.Küçük paketi açınca içinden ekranlı , kapaklı ,televizyona  benzer birşey  çıktı. Ne olduğunu bilemedik. Gençlere sorduk , dizüstü bilgisayar olabileceğini söylediler. O dönemler dizüstü bilgisayar henüz pazarla tanışmamıştı.

Kim göndermişti ?

Fiyatı 2000 $ olan bilgisayarı ne amaçla göndermişti ?

Öğrendim ki o gece yemek yediğimiz iş adamı  arkadaşlığımdan hoşlanmış ,jest olsun diye bu hediyeyi göndermiş. Beni sempatik bulmuş olabilir ancak hediyeyi  gönderenin amacı  bağlantı kurmak , iş yapabilmek , biraz daha samimi olup işi  meşru olmayan  tarafa çekmek olabilirdi. Hediyeyi kabul etmemek  de şık olmazdı .

Cihazın bilgisini şirkete verdik ve kayıt ettirdik.

Ne olur ne olmaz !!!!!

Kurumsal şirketlerin etik kuralları vardır. Belli değerin üzerinde hediye kabul edilmez. Yarın ne olacağı belli olmaz.

Eski bakanımız Zafer Çağlayan’ı Ankara Sanayi Odası başkanlığından beri izlerim. Başarılı , dinamik, kürsüye yakışan,etkileyici , benim de beğendiğim bir siyasetçidir.

Saat olayında sınıfta kalması beni gerçekten üzmüştür.

Reza Zarrab isimli genç İranlı , roman kahramanı  Edmon Dantes gibi aniden ortaya çıkarak  zenginim , güçlüyüm ülkenin % 15  dış ticaret açığını ben kapattım diyecek ve şirketleri on milyon TL  vergi verecek. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu.

Koç ailesi dış ticaretin kapatılmasına bu kadar katkı sağladı mı bilemiyorum ancak şirketler hariç ailenin ödediği kişisel vergiler milyar TL ‘ yi buluyor.

Alexandre Duma’ın Monte Cristo Kontu isimli romanı  güzel bir kitap ancak bizim Zarrab canlı kanlı gerçek.

Kötü niyet yoksa Zafer bey nasıl böyle oyuna gelir ?

Benim bilgisayar olayında gösterdiğim hassasiyeti bir bakan olarak neden göstermez ?

Yok hayır , bu  Bulgaristan uygulamaları gibi organize bir durumsa çok daha vahim. Gelişmeler işin malesef organize olduğunu gösteriyor. En azından kamu vicdanı şimdilik böyle değerlendiriyor.

Umarım sonunda halkın nefretle hatırlayacağı bir sonuç çıkmaz. Halkın kötü örneklere değil , güzel örneklere ihtiyacı var.

Sayın Başbakan’ı yıllardır takip ediyoruz. İlk işe girişi , eşiyle tanışması , ekonomik zorluklarını ,İETT ‘de futbolculuğunu , Ülker bayisi olduğunu, şirketi iyi paraya sattığını. Gençlik yıllarından beridir siyasetin içinde olduğunu.İstese de ticaretin içinde olamayacağını , buna zamanı olmadığını biliyoruz.

Diğer taraftan kendisinin inanılmaz para ,mal mülk sahibi olduğu iddiaları mevcut. Seçim oncesi yayınlanan tapelerin  henüz aksi ispatlanmış değil. Böyle bir karışık durum ortada ve milletin bir kısmı bunu kabullenmiş gözüküyor. Seçim sonuçlarını böyle okumak mümkün.

Bulgaristan örneği nasıl doğru örnek olamazsa , malı götürmeyi  kabullenmekte doğru olmaz. Böyle bir yakıştırma dahi ülkenin itibarından çok şey götürür bir daha geri getirmek kolay olmaz.

Bu tür iddialara muhatap olmamak için demokrasi ile yönetilen ülkelerde şeffaflık şarttır.

Kimseye ön yargı ile bakamayız. Kimseyi  suçu ispatlanmadan ,hüküm giymeden suçlu gösteremeyiz. Ancak kamu vicdanı denen şey kişiyi, insanların gönlünde suçlu haline getiriyor. Bu da hayatın gerçeği....

Siyasetçi , devlet memuru , yönetici her kimse,  akçalı pakçalı işlerle uğraşanlar malının ve parasının hesabını iyi vermelidir.

Belediye başkanı oldum. Başlangıçta bu kadar param ve malım vardı. Başkanlık bitti param ve malım bu kadar. Aradaki fark miras kaldı, maaşı  biriktirdim.

Milletvekili oldum. Başlangıçta bu kadar param ve malım vardı. Başkanlık bitti param ve malım bu kadar. Aradaki fark miras kaldı, maaşı  biriktirdim.

Başbakan oldum. Başlangıçta bu kadar param ve malım vardı. Başkanlık bitti param ve malım bu kadar. Aradaki fark miras kaldı, maaşı  biriktirdim.

Cumhurbaşkanı oldum. Başlangıçta bu kadar param ve malım vardı. Başkanlık bitti param ve malım bu kadar. Aradaki fark miras kaldı, maaşı  biriktirdim.


Basit değilmi ? Bunu yaparsan eleştiri yapanların , sana iftira atanların ağzına sokarsın laflarını.

Göreve talip olanların kendilerini garantiye almak için  yapması gereken  ilk uygulama olması gerekir.

Gerçekten temizsen.Gerçekten düzgünsen....

Başkaları için değil , kendileri için...

Zira siyaset para kazanma yeri değil , hizmet etmek yeridir.

1990 Yılında çıkan mal bildirim kanunu  seçimle göreve gelenler , devlet memurları vs için zorunluluk getirmiş ancak kamuyla bilgi paylaşımında bulunan çok az siyasetçi gördüm.

Tartışmalara konu olan Sayın Başbakan , Sayın Çağlayan , Sayın Bakanlar , Sayın Başkanlar , Sayın Bürokratlar.....

Kayıtlarınızı göğsünüzü gere gere halk ile paylaşın .

Saklayacak ,utanılacak bir şeyler yoksa.

Sizde rahat olun , millette rahat olsun.

Çıkartın belgenizi , hesap hareketlerinizi , faturanızı. Çarpın iddia sahiplerinin suratına..
Çıkartmazsanız, göstermezseniz belgelerinizi kamu vicdanı ile karşı karşıya kalacaksınız demektir.

Bu duruma hazır olun.

Adam elinde bir bıçak ile camiye girer:

 “Ey cemaat içinizde Müslüman olan var mı?” diye bağırır. Herkes susar.

Yaşlı bir amca kalkar “Ben varım” der.

Bıçaklı adam amcaya, bir dakika dışarı gelir misin diyerek koluna girer camiden çıkarlar.

Biraz ötede bağlı bir koyunun yanına gidip, “Amca; bu kurbanı kesmeme yardımcı olur musun, İslami, kurallara uygun keselim” der.

Amca koyunu kesmeye başlar. Yaşlılık bu ya her taraf kan olur. Amca; “Oğlum yoruldum camiye git başka birini bul” der. Adam elinde kanlı bıçağı ile camiye girerek bağırır.

“İçinizde başka bir Müslüman var mı ?”  Yaşlı amcayı götürüp kestiğini zanneden cemaat ses çıkarmaz, ama topluca dönüp imama bakarlar. İmam; “Ne bakıyorsunuz ulan, iki rekat namaz kıldırmakla Müslüman mı olduk ! ”

Yanlış anlamalar imajınızı bozar, yapılan güzel  işler çöp olur gider.

Unutmayalım halk liderlerini takip eder.

Doğru yaparsan doğru yaparlar , yanlış yaparsan senden daha yanlışını yaparlar.


Sözün özü ‘’ İmam O.....a. , Cemaat s....r.

Bu nedenle kendi şeffaf olmayan siyasetçi,  benim siyasetçim olamaz.

Gerisini siz deyiverin gari........















11 Mayıs 2014 Pazar

KİBİR SON DURAK






Soğan zarıdır ölümü getiren. Yavaş, yavaş ....

Çocukken dinlerdim hikayelerini ;

Çoban hayvanlarını otlatır sonrada  haşmetli  ağaca dayanır, gölgesinden yararlanır , öğlen yemeğinde  ekmek ile soğanı  yermiş.

Yediği soğanın zarını çıkartıp ağacın gövdesine yapıştırması her nedense çobanın alışkanlığı olmuş. Yıllar sürmüş soğan zarının ağaca olan düşkünlüğü. Sonunda havasız kalan ağacın gövdesi çürümüş.

O koca , haşmetli  gövde havasızlıktan zayıf kalmış.

Devrilip  gitmiş yavaş , yavaş....

İncecik zardır, ölümü getiren. Yavaş ,yavaş....

Ünlü yönetici  Cem Kozlu’yu  bir konuşmasında dikkatle dinliyordum. Ülkenin iyi okullarında okuduktan sonra Amerika’da  ilk iş deneyimlerini anlatıyordu. Dönemin en bilinen büro makineleri imalatçısı NCR ‘da çalışmaya başlıyor ancak bu dönem uzun sürmüyor ve şirketin durumunun kötüye gitmesi nedeniyle işten çıkmak zorunda kaldığını açıklıkla ifade ediyordu.

Cem bey şirketin batış nedenini şöyle açıkladı;

Şirketin durumunun kötüye gitmesinin ifade edebileceğim tek nedeni kibirdir. Yıllar boyu sektörün en bilinen şirketi olmak. Rekabete gerek duymamak. Rakipleri küçümsemek. Yenilikçi olmamak.

Sonunda olan olur koskoca şirket batıp gider. Tıpkı soğan zarının koskoca ağacı öldürdüğü gibi.

Kibirdir şirketi batıran yavaş ,yavaş ......

Otomotiv sektöründe uzun yıllar çalıştım. Çok heyecanlar yaşadım. Çok güzellikler gördüm. Bazı otomotiv şirketleri  gerçekten çok güçlüydüler. Onlara ulaşabilmek mümkün değildi. Tepelerde bir yerlerdeydiler. Arz talep dengesi içinde teşkilatları satılması gereken malları satmaz karaborsa yaratırlar , verilmesi gereken hizmeti vermez müşteriyi doğduğuna pişman ederlerdi. Kalite sorunları yoktu , çünkü kalite yoktu . Rekabet yoktu , imparatorluklarını ilan etmişlerdi.
Bir gün dengeler bozuldu. Pazara yeni oyuncular geldi , rekabet geldi. Yarışamaz oldular, geriye düştüler.Ne olduğunu anlayıp toparlanmaları  yıllar aldı. Çok para harcasalar da bir türlü zirveyi yakalayamadılar. Hala debelenip duruyorlar.

Kibirdi onların gözünü kör eden. Tıpkı soğan zarının koskoca ağacı öldürdüğü gibi.


Kibirdi onları yarışta geride bırakan. Yavaş ,yavaş......

Koalisyonlardan bıkan halkımız , tercihini muhafazakar İslamdan yana yaptı. Uzun yıllardır hizmet vermeye çalışıyorlar. Bazılarına göre güzel şeyler yaptılar,önemli katkılar sağladılar. Bazıları da bunun tersini söylediler. Çok önemli değil. Nereden baktığına ,nasıl algıladığına bağlı. Hizmetin algısı farklı bakışlara göre değişir ancak değişmeyen demokrasin doğru uygulanmasıdır. Doğru olan demokrasinin genel tarifini oraya buraya çekmemektir.

Atananların seçilenleri eleştirmesi doğru olmayabilir ancak seçilenlerin seçilenleri veya sistemi eleştirmesi , geri bildirim yapılmasının zararı yok ,yararı vardır. Birileri yanlış yapıyorsa kral çıplak diyebilmek , doğru yolu gösterebilmek  demokrasilerde önemlidir.

Bazen eleştirenlenlerde yanlış yapar yada doğruyu söylemezler ancak tahammül göstermek demokrasi geleneğidir.

En büyük güç haklılıksa günün sonunda nasıl olsa haklı olan kazanacaktır.Kararı halk verecektir.

Hep benim dediğim doğrudur demek , insanları dinlememek yada sadece kendi gibi düşünenleri dinlemek kibirdir.



Kibirdir iktidarları eriten. Yavaş , yavaş .......


Tıpkı soğan zarının  koskoca ağacı öldürdüğü gibi.

5 Mayıs 2014 Pazartesi

SPARTACUS'ÜN ORDUSU







Kendimi bildim bileli köfteye  meraklıyımdır. Çok severim.

İstanbul’da iki lokantanın  köftesi pek lezzetlidir. Avrupa tarafında Sultanahmet köftecisi , Anadolu yakasında ise Kadıköy’deki  İnegöl Express  köftecisi.

Geçenlerde eşimle birlikte İnegöl köftecisinden çıkarken gençler bizi yakaladılar. Üniversite ödevi için televizyonda sokak  ropörtajı yapmak istiyorlardı. Yeditepe Üniversitesi İletişim Fakültesi’nin bu güzel gençlerini kırmayalım diyerek sorularını bekledik;

‘’ İstanbul’un ulaşımı için ne düşünüyorsunuz ? Metro mu ? Gemi mi ?    Otobüs mü ?  Ne dersiniz ? ’’

Konuşmaya meraklı olduğum için hem eşimi hemde gençleri fazla bekletmemek amacıyla hemen söze girdim.

‘’ Amaç insanların ulaşım ihtiyacını karşılamaksa  metro, metrobüs ,otobüs vs sadece araçtır.  Bende metrodan memnunum  ancak dünyanın en güzel şehri olduğunu iddia ettiğimiz, içinden deniz geçen, tepelerinden güzel manzaraların gözüktüğü İstanbul’u dünya gözüyle izlemek varken biz toprağın metrelerce altında seyahat etmeye zorlanıyoruz.

Nasıl olsa bir gün ölecek , toprağın altına gireceğiz !!!!  Latife dahi olsa gerçek payı var.

Mevcut yolların üzerinde üst yollar daha keyifli olur sanıyorum ancak o da bir araç esas olan ulaşım araçlarını arttırmak yenine İstanbul’a veya büyük şehirlere yapılan  göçün önüne geçebilmek.  Ulaşım alternatiflerinin tamamı yapılabilir ancak göçü engelleyemezseniz bir süre sonra yaptıklarınız yetersiz kalacaktır.

Yirmi yıl önce Sultanbeyli , Sancaktepe , Sultangazi, Arnavutköy ,Başakşehir söz edilmeyecek kadar ufaktı. Bugün devasa şehirlere dönüştüler. Daha ne kadar büyüyeceğiz ? Dün onlu  sayılardaki  ilçe adedi 39’a yükseldi. ‘’

İnsanlar çeşitli nedenlerle kırsal kesimden oluk oluk göçe zorlandı. Birde bu yetmezmiş gibi komşu ülkelerden gelen göçler işi içinden çıkılmaz hale getirdi.

Suriye’den ,Irak’tan , Türkmenistan’dan , Azerbaycan’dan ,Özbekistan’dan , Rusya’dan Bulgaristan’dan, Bosna’dan, Afrika’dan gelenler....

Çok gitmeye gerek yok daha 15 -20 yıl önce şehirde - köyde yaşayanların  oranı % 70 – 30 iken  bugün tam tersi oldu.

Geçmişte köylü mutluydu. Üretiyor , ürettiğini satıyor, kendine yetiyordu. Şimdilerde köylü mutluluğu büyük şehirlerde arıyor. Taşı toprağı altındır diyerek....

Büyük Atatürk 1923 İktisat Kongresi’nde güzel tespit yapmış;

 ‘’ Gerçekten üretici olan köylü, milletin hakiki sahibidir ’’  aradan üreticiyi çekersen sahiplik yerini köleliğe bırakıyor.

Üretemeyen , göçe zorlanan , yaşam alışkanlıklarını değiştiren , sahiplik yerine siyasi iktidarların elinde oyuncak olan köle köylüler devri başlıyor. 

Spartaküs kölelerden oluşturduğu ordusuyla özgürlük adına savaşıp Roma’da devlet kurmak istemişti. Bugün kırsaldan göçerlerle kendi imparatorluğunu kurmak isteyenler var. Spartaküs amacı özgürlüktü , bugün ise amaç ekmek uğruna göçerleri siyasi olarak sömürmek.
Bir yanda karın doyurmak için yaşayan halk. Diğer tarafta sadaka edebiyatı ile halkı oy için sömürmek isteyen siyasi anlayışlar.....

Eğitim seviyesi düşük kırsalda yaşayanlar zaten çantada keklik. Büyük şehirlere göçü pompalayıp , eğitim seviyesini aşağı çekmek,  etkileyici liderler ve sadaka stratejisi uygulayarak oy istemek.

Amaç büyük şehirleri yönetmek. Kimse bu kaynağı kaybetmek istemiyor.


Muş kökenli  İstanbul’ luyu , Rize kökenli İstanbul’ luyu , Diyarbakır kökenli İstanbul’ luyu daha fazla taşıyamaz İstanbul.

Ulaşım alternatifini arttırmak çözüm değil. Çözüm göçü engellemek, tersine göçü özendirmektir.

Avrupa  benzer durumları yaşadı , yaşıyor.  Aramızdaki fark oralarda kültürel, sosyal ve  demoktarik uygulamalar çok daha farklı. Devlet güçlü. Göçerler gittikleri yerin yaşamına uymaya çalışıyorlar. Bizim göçerlerde devletin zayıflığı , siyasilerin oy kaygısı, uygulamaların zayıflığı nedeniyle kendi yaşam tarzlarını gittikleri yerde uygulamaya çalışıyorlar.

İnsanlar arasında iletişimsizlik  ve rahatsızlık üst seviyede.


‘’ Temel ile karısı kavga etmişler ve birbirleriyle konuşmuyor herşeyi kağıda yazarak anlaşıyorlarmış.
Temel  akşam eve gelmiş kağıda sabah beni saat yedide uyandır. Çok önemli   işim var yazmış.  Karısıda tamam yazmış.
Temel sabah uyanıyor saat onbir olmuş başlıyor  bağırmaya ;
Ben sana ne dedim ?  Saat kaç olmuş niye uyandırmadın beni ?
Karısı gayet sakin kağıdı gösterir. Temel kağıtta yazan bakar;
Temel kalk saat yedi !!!! ‘’

Malesef şehirlerde insan tipolojileri değişti .

Metroya, otobüse binin göreceksiniz. Farkı duraklarda değişik tipte insan grupları var. Bir durakta mini etekliler diğer durakta şalvarlılar,peçeliler.

Sanki şehir gettolara ayrılmış. Birinin yaşadığı yere mecbur değilse , diğeri gitmek istemiyor. Bağdat Caddesi’nde şalvar ve peçeli insanları , Fatih ve Eyüp’te ise mini eteklileri görmek çok mümkün değil.

Peki o zaman soruyu soralım ;

Fatih  İstanbul ise  Nişantaşı  nire.....

Kadıköy  İstanbul ise   Eyüp  nire ......

4 Mayıs 2014 Pazar

ÖZÜR DİLERİM









Önce kendimden özür dilerim , kendimi kandırdığım için.....

Kutlay senden özür dilerim sana inanmadığım için ....

Atilla senden de........

Sevgili Çiçek sana ne desem boş, kendimi nasıl affettireceğim .....

Engin’ciğim sana bir özür borcum var.....

Nebihan, Neşe sizlere de ........

Kardeşim Kazım söyledin dikkate almadım. Senden de özür dilerim....

Ya sen Ünal !!!!! Yıllarca süren dostluk , arkadaşlık sana da borçluyum....

Sevgili Efkan, sen de söyledin, anlattın ben anlamadım . Halbuki iyi hocasın ...

Ve sen Taner !!!!!! Senden de özür dilerim.

Soley sen gaz yerken ben evde çay içiyordum. En azından bu bile özür için nedendir.

Sevgili Servet , Nur sizden de özür dilerim.

Daha medeni , laik bir ülke olabilmek için gayret sarf eden Ayşeler, Fatmalar, Osmanlar, Hüseyinler sizlere destek vermediğim için özür dilerim.

Hepinizden özür dilerim demokrasiye olan inancım kadar sizlere inanmadığım için .

Belki 1980 öncesi İran Halkı ‘ da inanmamıştı.....