4 Ocak 2011 Salı

MAĞDURUM





Değerli dostlarım,

Sizlerden aldığım teşviklerle haddimi aşarak yazı yazmaya devam ediyorum. Yazıda okuyucuya verilecek lezzet veya yazıdaki kişilik çok önemli , bu konuya dikkat etmeye çalışıyorum.

Nasıl ki bir Selaattin Pınar, Sadettin Kaynak, Selaattin İçli  eserini dinlerken şarkı ile birlikte bestekarın ismi hemen aklımıza geliyor, hiç bilmediğiniz bir eserde bu onun şarkısı  diyorsak anlayalımki tarz olarak onların eseri yaratması  vardır.
Nasıl ki kanun üstadı taksimi yaparken notalarda dolaşırken müzikten anlayan anlamayan bir kişi onun nihavent olduğunu söyleyebiliyorsa onun bir kumaş dokuması vardır. Siz hiç Ahmet Özhan, Zeki Müren dinlerken o bumuydu diye kendinize soruyormusunuz ? olsa olsa Zeki Müren’i  taklit eden kişi kim diye soruyorsunuzdur.
Nasıl ki sabah gazetede köşe yazısı  veya makale okurken ismine bakmadan tarzından Yılmaz Özdil , Hasan Pulur, Ertuğrul Özkök, Emin Çölaşan diyebiliyorsak onların tadına varmışızdır o lezzeti almışızdır çünki farkı farkettirmişlerdir.
Nasıl ki gözleriniz kapalı Barolo , Kavaklıdere Kalecikkarası  şarabı anlayabiliyorsanız  o şaraplar görevlerini yapmışlardır.
Belirttiğim bu nedenle yazıdaki tarz, ifade anlayışı ,mesaj verebilmede farklı  ve okuyucuda  kalıcı olmak isterim. Olağan bir yapı ve tarz bana uygun değil.

İnsan olarak kötü bir tarafımız var malesef gözümüz doymuyor yetenle yetinmiyoruz örneğin bir arkadaşımla karar verdik Cuma akşamları eski İstanbul’u geziyoruz amaç aslında zayıflamak ama yansıması farklı oluyor. Üsküdardan çık , gemiye bin, Eminönü’nde dolaş,tüneli kullan,Beyoğlu'nda gez , Beşiktaş’a gel motora bin ve Üsküdar’a geç . Sonra evde mide fesatından uyuyamama neye yaradı ? Yediklerimize bakın Üsküdar’da kokoreç , kestane,simit  vapurda çay ,Beyoğlu balık pazarında midye dolma, Şampiyonda kokoreç,midye tava Lale’de işkembe çorba ,kelle.

Bazılarının dediği gibi  semerini yeseydin. Malesef  gözümüz doymuyor birde zayıflamak için iyi niyetle başlamıştık !!!

Merak ettim bu gözü doymama ne zaman başlamıştı? Çocukluğumda Ortaköy’de otururduk annem ufacık evimizde balık pazarından ucuza aldığı hamsiyi sobada 2 dakikada ızgara yapar  onu yerdik.Evimizde buz dolabı yoktu suyumuzu sırlı küplerde ,yemeğimi tel dolaplarda saklardık . Devletin her aileye verdiği 750 kg lık kok kömürünü Kuruçeşmeden atlı arabayla alır bütün kış kullanırdık. Sokağımızdaki Rumlar,Ermeniler,Yahudilerle birlikte mutevazı ama mutlu yaşardık. Kasabımız Oskiyan, berberimiz Alex, doktorumuz Şabo'ydu. Basit bir devlet memuru maaşıyla geçinebilirdik. İhtiyaçlarımız sınırlıydı tüketimlerimizde öyle . Ortaköy aslında kebabla 1965 lerde tanıştı , Urfa’nın ,Gaziantep’in o güzel kebabı , lahmacunun kokusu  Ortaköy Dereboyuna yayıldığında artık sokağımızda Yahudiler yoktu, Rumlarda yoktu, Ermenilerde öyle ve perde.

Bugün Türkiye’nin her ilinde çok sayıda alışveriş merkezi kuruldu en fakir bölgelerimizin insanları bile oralara gidip İngiliz’i Fransız’ı ne giyiyor , nasıl ısınıyor nasıl iletişim sağlıyorsa onları görüyor cebinde olmasa bile ona sahip olmak istiyor.Ne de olsa artık plastik paramız var. Unutmayalımki Sovyetler Birliği vatandaşlarının televizyonda tüketim malzemelerini görüp biz neden bunlara sahip değiliz diyerek yıkıldı. Bir başka değişle sadece kişilerin değil , kurumların ve devletlerinde gözü doymuyor.

Bu aralar arkadaşlarımla tartışıyorum bazıları beni dışlamakla tehdit ettiler ve tehdide devam ediyorlar konu Sayın Başbakanımız , kendisini başarılı buluyorum onlarda sakın ha diyorlar. Evet benim de bir vatandaş olarak sıkıntılarım var devlet dairelerinde  standart tip badem bıyıklılar, aynı tornadan çıkan veya buna özen gösteren valiler , belli kesimden zenginleşen siyasi ve iş çevreleri , ilginç hikayeleri olan  aile fertleri , hukukun üstünlüğü ve tarafsızlığa mudahale, sıkıntılı dış politika ,  borçlar,taraf tutma,yandaş basın vs sanıyorum vesayeti elinde tutanlar onu bir şekilde kendileri için kullanıyorlar vesayet kullanımı demokratikde olsa burokratikte olsa tehlikeli bir oyuncak . Zaten onu beğeniyorum – beğenmiyorum bence boş bir tartışma sonuçta ülkeyi birileri idare ediyor ancak bu tanıdığımız birilerimi ? yoksa kendine yeni avlar arayan ,tüketimi pompalayan yurtdışı kurum ve devletler mi ? biraz daha ileri gidersek emperyalizmi ?
Düşünün hangi kapitalist sistem dünyada mal satamayacağı , zayıflamış ,ekmek peynire muhtaç ülkeleri ister ?
Dünyayı yönetenler bir parti adayı , bir başbakan adayını resmi bir sıfatı yokken neden ülkelerine çağırır ve başkan düzeyinde görüşürler ? Onu desteklerler ? bir başkası farklımı olacak ? Sömürü düzeninin istekleri ve stratejik planları belli.

Değerli dostlarım ortaokul çağlarında mahallenin gençleri askeri okula gitmek ister ancak büyük bir çoğunluğu başaramazdı gerçekten en zekilerimiz ,en başarılılarımız o okulları kazanırlar geri kalanlarda onları elbiselerini duruşlarını  gıptayla, birazda kıskançlıkla izlerdik. Peki bu değerli çocuklar okullarda günün koşullarına , ihtiyaçlarına uygun mu yetiştiler ? politika ile uğraşan bir askeri öğrenci okuldan atılmışmıdır? Yoksa devam mı etmiştir. ? Halkın ordusu diyoruz , ordumuzla gurur duyuyoruz ancak bu kıymetli vatan evlatları tayin oldukları Anadolu şehrinde halkla ne kadar bütünleşmişler, halkın içinde olmuşlardır ? Eğer cevap evetse neden lojmanları dikenli telle çevrilmiştir , alış veriş yaptıkları yerler farklı olmuştur ,eğlendikleri yerler farklı olmuştur ? sadece emniyet amaçlı mı merak ediyorum . Bazı eski subay arkadaşlarımla siyaset konuştuğumumda bu konulara uzak olduklarını görüp pek konulara girmemişlerdi bende şaşırmıştım. Emekli general Armağan Kuloğlu gibi, emekli general Haldun Solmaztürk gibi, emekli amiral Atilla Kıyak gibi  değerli kişileri ayrı tutarsak televizyonlarda bilirkişi olarak çıkan ancak konulara uzaklığı ve dünya görüşü ,vizyonu eksik kişileri görmek beni üzmektedir hele hele bir Ramiz paşamız var ki evlere şenlik aman şimdi ayakkabıyı çıkartıp karşısındakine atacak aman ne olur olmaz ayakkabı bizim ekranıda kırar diye televizyonu kapatıyorum. Bir zamanların kahramanı Pamukoğlu paşamızı politikaya atılınca kafamızdaki o  imajın  tamamen olumsuza dönüşmesinden üzüntü duyuyorum.
Aslında şaşıracak bir şey yok temel olarak ordu siyasetin içinde olmamalı ülke yönetimi ilgili konularda  yetişmiş insanlar tarafından yapılmalı.Ama ne oluyor bir gün altı oyulmuş ülkeye askerler müdahale ediyor ve  yönetme konusunda yeterli birikimi olmayan  insanlar ülkeyi yönetmeye kalkıyorlar komik değilmi ? Ülkeyi zayıflat sonra yönetmeye kalk burada bir emperyal oyun görüyormusunuz ? Peki bu soruya Kenan paşa muhatap oluyorsa aynı senaryonun değişik versiyonu olarak neden Sayın Başbakanımız muhatap olmuyor ? Cevap belli aslında soru sormaya da gerek yok. Dünya düzeni kendine gene genç nufusu olan, doğal kaynakları bol olan bir ülkeyi şeçmiş. Aslında seçmesi kötümü olmuş bunuda bilmiyoruz belki iyi olmuş görsel gelişiyoruz ama Atatürk’ün ifade ettiği onurlu yaşam,   tam bağımsızlık ilkesi cumhuriyetin 10. yıldönümünde koyduğu muasır medeniyetler seviyesine ulaşmak vizyonu ile çelişiyormu onu bilemiyorum.

Evet kişisel olarak mağdurum bende o dönemi yaşayan birçok kişi gibi bu emperyal oyunun bir parçası oldum;
12 Eylül 1980 öncesi Üniversite yıllarımda ilk olarak  Edirne’de okurken ve hiçbir siyasi bilincim yokken kaldığım yurtta sabahlara kadar soğukta nöbet tuttuğum için mağdurum.
Gene Edirne’de hiçbir siyasi bilincim yokken silahlı saldırıya uğrayıp kendimi kurşunlardan korumak amaçlı yerlerde süründüğüm için mağdurum.
Şiddetden kaçmak, hayatta kalmak için okulu ve şehri terk edip birlikte İstanbul’a gittiğimiz yeni üniversitede bombalı saldırıda ölen, üstelik siyasetle ilgisi olmayan  oda arkadaşım Erdal için mağdurum.
Üniversite’ye girdiğim ilk gün tam önümdeki sırada oturan , tanıma fırsatı  bulamadığım, politik görüşünü bile bilmediğimiz  Ayhan arkadaşımız aynı gün bıçaklanarak öldürülmesinden mağdurum.
Çocukluk arkadaşım Faruk’un hapishanede işkence ile öldürülmesinden mağdurum.
Faruk’un annesi Emine hanımın ömrünün geri kalan kısmında  inanılmaz acılar yaşamasından ,beni her görüşünde oğlu zannederek sarılıp sarılıp ağlamasından mağdurum.

Hangi insanoğlu hayatının en güzel gençlik yaşlarında bu kadar acı çekmeye layıktır ?

Evet artık ben gençliğimi geri istiyorum.
Boşa geçirdiğimiz gençlik zamanlarımı geri istiyorum.
Kaybolan yıllarımı geri istiyorum.

Bugünlerde gerekli gereksiz sorun çıkartanlar,  farkında olmadan memleketi bölmeye çalışanlar lütfen oyuna gelmeyin sizinde kaybolan yıllarınız olmasın zaten sizin yerinize oyunu oynayanlar var. Siz bu oyunda ancak figüran olursunuz . Kendinizi kullandırmayın. Ancak konu vatan ve bağımsızlık ise yazılacak çok şey kalmaz.

Yazımı Peyami Safa’nın bir sözü ile sonlandırıyorum . ‘’ Tecrübe yaşlanarak değil yaşanarak kazanılır’’ benden söylemesi. Ben tecrubelerimi sizlerle paylaştım ümit ederim yararı olmuştur.


Son sözde ülkeyi yönetenlere buda Aşık Veysel’den ‘’ Güzelliğin on para etmez bu bendeki aşk olmasa’’

Hoşçakalın ama umutsuz kalmayın.
























3 yorum:

Unknown dedi ki...

Güzel bir yazı, keyifle okudum.

Perihan Yavuzcan dedi ki...

Ellerinize sağlık, paylaşımınız oldukça aydınlatıcı ve de keyifli...

DÜŞÜNENLERİN DÜŞÜNCESİ dedi ki...

Umarım sizler mağdur olmazsınız